25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Futbolcu Nasıl Kahraman Olur?



Olmalı mıdır ya da? Asıl soru budur belki de, bilemiyorum.

Arkadaşlar biz futbolu, futbolcuları ne olarak görüyoruz? Ya da onlar sahadayken kendilerini ne zannediyorlar?
Aslında öyle sinirliyim ki, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanıyorum doğrusu. Bir hatam olursa, şimdiden affola...

Güzel bir organizasyon niyetiyle başladı Süper Kupa derbisi. Gelirinin Soma'ya gidecek olması bir yanımıza, "futbolda hala insani değerler varmış meğer" dedirtti üstelik. Lakin biz Türkiyeliler, insaniyeti kaybedeli çok olmuş ne yazık ki...
Maçı "kendimce" değerlendirmeye geçmeden evvel, futbolu futbol yapan o asıl kıymeti, özü kaybeden futbolcu ve taraftar bozmalarından biraz söz etmek istiyorum. Dilimden binlercesi haykırsa da bu akşam buraya, hiçbir kötü söz yazmak istemiyorum... Soma için.

Evvela top Caner ile buluştuğunda, kendini önce taraftar sonra belki de tamamen kazara "erkek" zanneden bir kesimin Berkay diye tezahürat yapmasına ne diyoruz?
Ya da annesi tarafından doğurulmayıp -çok affedersiniz- sıçılan birtakım Fenerbahçeli ve Galatasaraylı densizlerin sahaya yabancı madde atmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Peki ya sonra, kendisini futbolcu zanneden ve üstüne üstlük "milli kaleci" olan Volkan Demirel'in yaptığı, halı saha maçına çıkan 18'lik çocuğun yapmayacağı o hareketi yaptığında ne hissettiniz?

Ben nefret ettim. Türkiye'deki futboldan, takımlarından, futbolcularından, taraftarlarından... Ya da kendilerinin bu sıfatlardan herhangi birine ait olduğunu zanneden o insancıklardan nefret ettim.
Erman Toroğlu onlarla çılgınlarcasına dalga geçtiğinde, söylediklerine bile güldüm! Ne derece nefret ettiğimi anlamışsınızdır sanırım.

Çünkü bunlar, sahaya bir şey attıklarında taraftar, adam, insan olduklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar taraftarlığı, üç beş kuruşu zor denkleştirerek gittiği deplasman maçından, en azından bir iki yerinde çizik olmadan dönünce, erkeklikten yoksun sayılacaklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar işsiz, çünkü bunlar sevgisiz yetişmiş, sevgisiz büyütülmüş. Bir takımı, bir rengi sevmenin kutsallığını asla ama asla öğrenemeyecek zavallılar bunlar. Yazık ki bunlara ceza vermeyen, bunları tespit edemeyen TFF'ye de, takım yönetimlerine de!

Maça dönecek olursam...

İki takımdan da bir şey olmaz arkadaşlar bu yıl. Ne Fenerbahçe dördüncü yıldızını takabilir ne de Galatasaray.
Maçın oyuncusu seçilen Muslera, takımın en iyisiydi. Ardından onu takip eden ilk ve son kişi de Semih oldu.
Yasin'in amatörlüğü şu an değil belki ama profesyonel bir Galatasaray'da epey sırıtır, benden söylemesi. Bana kalırsa Galatasaray bu sene, ikinci Rijkaard dönemini yaşayacak.

İsmail Kartal ise belli noktalarda Fenerbahçe'ye yarıyor gibi gözüküyor. Lakin, forvetsiz oynayan bir Fenerbahçe her maçı penaltılarla alamayacağı için, bir golcü bulmadan iyi bir sezon geçirmesi imkansız.

Elbette Fenerbahçe'nin aldığı bu kupada Ersun Yanal etkisi büyük. Fenerbahçe'ye hücum futbolunu "öğrettiği" için kendisine ne kadar teşekkür edilse, az bence...

İnanın o kadar keyifsizim ki saha dışındaki olaylar yüzünden, maçı bile uzun uzadıya yazamıyorum. Oysa hakem değişikliği, orta hakemin çaresiz beceriksizliği, çıkan kramponlar, Muslera'yı alkışlayan Fenerbahçeliler gibi değinmem gereken "tam benlik" olaylar var ama neyse... Aşağı yukarı yazabileceklerimi artık biliyorsunuz zaten :)

Son cümlelerim de şu olsun öyleyse:
Tebrikler uzun zamandan sonra sezona "başarılı" başlayan Fenerbahçe ve tebrikler geldiği ilk günden bugüne dek, Galatasaray'ı dimdik ve tek başına sırtlayan Muslera!

Dipnot: Beyler, bir de ister misiniz bu Galatasaray devre arasında Ersun Yanal'ı alsın? He?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...