16 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir Solukta Brezilya



Sizce de öyle geçmedi mi?

Daha turnuvanın yeni yeni tadına vardığım sıralarda, bir baktım ki beklediğimden bir saat evvelinden final maçı başlamış bile.
Bakmayın öyle, hakikatten final maçının saatini unutmuştum. Turnuvayla çok ilgiliyim canım, saatin bununla hiç ilgisi yok! (Yazar burada, durumu toparlamaya çalışıyor.)

Bana daima, izlediğim tüm maçlarda şans getiren arkadaşımla, sakin ve Almanya tarafı ağırlıklı bir kafenin bahçe bölümünde, yaklaşık 13. dakikasında yetiştim ve maçı izlemeye koyuldum. (Arkadaş bu kez şans getiremedi, zira ikinci uzatma dakikasında birbirimizden ayrılmıştık ne yazık ki.) Birkaç masa yanımda, maç aralarında çalan her şarkıda oturduğu yerde çılgıncasına dans eden Barcelona formalı bir adam ve daha gerilerden (kaçan gollere olan tepkilerinden anladığım kadarıyla) birkaç kişi ve benim zorumla "lacivertli olanları" destekleyen dışında, neredeyse herkes Almanyalı idi. "Yahu siz ne kadar Almansınız!" bile dedirtti bana. Doğrusu çok bozulmuştum bu işe. Meğer asıl bozulmam gereken, Higuain'in hunharca harcadığı pozisyonlar olacakmış. Bense henüz bundan habersiz, limonlu sodamı yudumluyordum.

Anlayacağınız, tahminlerim tutmadı ve yıllar yıllar sonra kupayı kaldıran Almanya oldu. Bir ara, Löw ve Mesut için sevinir gibi oldum ama Messi'nin evine adımını atar atmaz höykürerek ağlayacağını belli eden yüzünü görünce, derhal vazgeçtim bu histen. Neyse ki 2018 Dünya Kupası var ve %90 orada da forma giyebilecek Messi. Ve belki de, son şansı ya da sondan bir önceki olarak...

İyisi mi final konuşmasını daha da derinleştirmeden, kısa kısa aldığım notlarla, bir solukta geçen 2014 Fifa Dünya Kupasına ve Brezilya semalarına geçiş yapalım, ne dersiniz?



- Bizim için "hoş" olan tek şey, Doğan Babacan'tan tam 44 yıl sonra Dünya Kupasında maç yöneten Cüneyt Çakır ve onun berabere sonuçlanarak biten maçlarıyla, yüzümüzü gülümsetmiş ve bizleri gururlandırmış olmasıydı.

- Yılların şampiyonu İspanya için turnuva neredeyse başlamadan bitti. Ardından üç büyüklerden İngiltere, İtalya ve Fransa da, başlarını öne eğen takımlar arasında yerlerini almayı başardılar.

- Upuzun bir seyahat yolunda hızlıca gitmesi gereken bir aracın patlayan lastiğini onarıp, Brezilya'yı turnuvada "iyi yerlere" taşıyan Neymar, lastikle birlikte patlak verince, seyahat Brezilya için hayal kırıklığından öteye geçemedi.

- "Bir ısırık da ben alabilir miyim"ci Luiz Suarez için bu Dünya Kupası, yüklü bir ceza almasına ve stat kenarından bile geçemeyecek hale gelmesine neden oldu. Uslanmaz çocuk!

- Bizlere, "kötü kaleci yoktur çok iyi şut vardır" dedirten, en kaleci turnuva oldu bu hiç şüphesiz ki. Bu Dünya Kupasında bir köşede iyi kaleciler, öteki köşede ise tek başına dev olan Neuer vardı. Onun dışında Ochao, M'Bolhi, Benaglio, Navas, Bravo, Ospina ve Belçika maçında 19 pozisyonu kurtaran ABD'li Howard, ayakta alkışlandı.

- Elenince gözyaşlarına boğulan, hakkıyla 10 numara kavramını yeniden hayatımıza katan Rodriguez, bu turnuvanın bize kattığı en güzel şey oldu. Ayrıca kullanın sprey tekniği de tarafımızdan oldukça sevildi.


Tüm bu maddeler ışığında, kısaca toparlayacak olursam özellikle de atılan gol sayısı bakımından oldukça doyurucu bir turnuva oldu. Kendi adıma daha şimdiden önce Avrupa Şampiyonasını, ardından da 2018'i iple çektiğimi söyleyebilirim.

Tribün açısından çok canlı olmasa da, eğlenmeye gelen insanları hakikatten eğlendirdiğini gördük. Ömer Üründül yine her zamanki yerindeydi. Ona zaman zaman Ceyhun Eriş, zaman zaman da Fatih Terim yorumlarıyla eşlik ettiler.

Ve böylece bizler de, televizyon karşısında izleyip sempati duyduğumuz takımları desteklemekten bir yanımız buruk olarak bir turnuvayı daha sonlandırdık. Dilerim bir daha ki turnuvada, kaybeden X takıma değil de, kazanan Milli takımımıza seviniriz.

Dipnot: Henüz Dünya Kupası yorumlarımın bitmediğinin, burada sadece kısaca ele aldığımın farkındasınız değil mi? Yani üzgünüm ama sizin için tehlike henüz geçmiş sayılmaz. 



13 Temmuz 2014 Pazar

Şampiyon David Luiz!

İnternette dolanırken, minik bir taraftardan David Luiz'e mektubuna rastladım ve aynen sizinle paylaşmak istedim...


"Merhaba David Luiz,
Benim adım Analuz... Dünya Kupası boyunca Brezilya'nın bütün maçlarını izledim ve futbolunuzu çok beğendim. Üzgün olmaman gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çok iyi oynadın ve elinden gelenin en iyisini yaptın. Sen, harika bir kaptandın. Hayat böyle; insanlar bazen kaybeder bazen kazanır ama insanların sadece mutlu olması gerekir. David Luiz, benim şampiyonumsun.
Analuz Penna Reale"

11 Temmuz 2014 Cuma

Biz 'Fahri' Arjantinliler



Ah benim güzel aklım; şu haftalardır ilk kez serin(!) geçen yaz akşamında, balkona oturup dizüstü bilgisayarımı açmış ve sineklerle delicesine mücadele ederken, futbol yazmak dışında başka bir şey yaptırmaz mısın sen bana?

Dünya Kupası aklımı başımdan aldı benim! Sanırım hayatım boyunca bir başka şeye bu denli heyecan duyamayacağım. Tanıyanlar bilir, bizim lig henüz Nisan'da ipleri çekip Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla sona erince, Haziran'da başlayacak 2014 Dünya Kupasına gün saymaya başladım ben.
Sonra turnuva başladı, ilk bir iki maç harika... Lakin sonra ne olduysa, bir kopukluk yaşadım. Maçlar tat vermiyor, sürpriz takımlar heyecanlandırmıyor, yahu zaten İspanya elenmiş daha ikinci maçtan, e Brezilya desen turnuva açılışını kendi kalesine gol atarak yapmış, Ömer Üründül gitmiş beterin beteri var Ceyhun Eriş gelmiş, daha ne olsun...
Neyse çok bir şey kaybetmeden toparladım yine ben kendimi. Bu kez bir bıkkınlık, bir bıkkınlık ki bende sormayın gitsin! Meğer ne denli sıkılmışım birlik içindeki Avrupa futbolunun pas trafiğinden. Eh doğru doğruya, İstanbul ile yarışır hale geldiler neredeyse...
Oysa zalım futbol çocukları, Avrupa'nın aksine bireyselliğin desteklediği beraberlikle nasıl da götürüyorlardı işi...
Sonuçta olan oldu, yılların intikamı sahada boy gösterecek bir final adı kondu: Arjantin-Almanya! Sevdim ben kendilerini, es geçmeyeyim bu kısmı. Turnuva içinde yer yer Almanya'yı desteklediğim de oldu tabii ama bundaki Mesut etkisi aya uçmaktaydı neredeyse. (Ay'a nasıl uçulur?) Ama zamanın ötesinden beri içimde kalan "abi şu Messi de bi DK görse, ne olurdu!" cümlesiyle 2014 Dünya Kupasına savaş açmış ve Arjantin'in kupayı alacağına inanmıştım.

Sanırım futbolla ilgili şükrettiğim nadir şeylerden biri de, kısa futbolcu şortları zamanında henüz varlık halinde olmamam. Kendimi biliyorum, çok takılırdım ben bu konuya. Zaten şimdi bile durup durup takım formalarını kendine dert edinen biriyim, o dönemde olsa, sevdiğim futbolcuyu sahada 'don' ile görüp kıskançlıktan ölürdüm herhalde.
(E ne yapalım beyler, kadınlar futbol sevince böyle oluyor.)

Yahu ben bu konuya nereden geldim yine...

Oradan oraya koştur koştur gidiyorum ama söyleyecek çok şeyim var. Birçoğunu final sonrasına saklıyorum, neticede ben ne kadar inansam da, temkinli olmakta fayda var. Sonra üstüme yürüyüp dalgalar geçmenizi kabullenemem. Hassasım ben.

Şurada kalmış finale bir gün kadar bir şey... 

Maradona futbolun Tanrısı iken onu izleme fırsatı bulamadım ben, çünkü henüz doğmamıştım. Ama Messi'yi izledim. Ve Messi'ye, futboluna, hayatına, mücadelesine hayran kaldım. Öylesine çok seviyorum ki futbolu, yaşıtlarım ya da hemcinslerim oturup 'pembe dizi' ya da makyaj videosu izlerken, ben Maradona'nın maçlarını izlemeyi seçtim. Pele'ye bir adım uzak duruşum ondan belki de. Kötü bir hayatı vardı  Maradona'nın, ona karşılık harika bir futbolu. Messi tüm bu özellikleriyle, ondan bir iki tişört üstün. (Bu sıcakta gömlek diyeceğimi düşünmediniz herhalde?) Ama yine de, genç yaşında almış olduğu her sembolik ödüle rağmen bu kupayı alamadığı sürece, bir Maradona olamayacak...

Final öncesi, biz fahri Arjantinliler adına geçmişe son bir cümleyle değiniyor ve yarından da aynısını umarak bu içeriği net olmayan yazımı sonlandırıyorum.

"Yıl 1986,  gün 29 Haziran... Almanya-Arjantin maçı, skor bilmem kaç; dakika ise sonlara adım atmış. Alman spiker avaz avaz bağırıyor: "Toni, halt den Ball!" (Toni, tut o topu). Lakin nafile. Arjantin, anasının ak sütü gibi helal bir Dünya Kupasına kavuşuyor."

Dipnot: Beyler müjde! Final maçında Ömer Üründül olmayacakmış. Hadi yine iyiyiz! 

10 Temmuz 2014 Perşembe

Geçen Yine Çok İnanmışım...


Bir inanıyorum, bir inanıyorum, öyle bir inanıyorum ki, söz konusu futbol ve desteklediğim takım değil de başka bir şey olsa bu denli inanamazdım herhalde. Zaten daima da bu sebeple üzülüyorum. 

Her ne kadar üst fotoğraftaki amcayı kupacı Sadri'ye benzetenler olmuş olsa da, açıkçası maç akşamı ben de aynen bu amca gibiydim. Maçın hakkında bir şey söylemeden evvel, bizimkilere değinmek istiyorum.
Yahu nasıl oldu da bir anda hepiniz Brezilya düşmanı oldunuz ve dalgalar geçmeye başladınız? Aradaki boşluğu kaçırdım ben epey bi...
Hiç kimse olmasa Zico, Alex, Deivid hatırına inadına Brezilya dedim. Ben dedim de, onlar benim kadar inatçı değillerdi ne yazık ki.

Neymar'ın sakatlığı bu maçın skorunu derinden etkilemedi bence. Milli marşlar okunurken David Luiz'in elindeki Neymar forması, bana ne kadar hırslı olacaklarının kanıtıymış gibi gelmişti. Lakin değilmiş. 

Neden oldu, nasıl oldu bu skor...

Bilemiyorum. Evet, yanlış okumadınız. Hakikatten bilemiyorum. Aklıma gelen tek şey futbol şansı. Evet, Löw'ün Almanya'sı kilit kırıyor, evet iyi oynuyor, evet ayağa sık paslar yapıyor, evet defansı çok güçlü, evet, evet, evet... Ama bu başka bir şeydi! 
Birkaç metre ötende topla buluşan adamı durduramıyorsan, ona engel olamıyorsan zaten sahaya kaybetmek için çıkmışsın demektir sevgili Brezilya defans hattı.

Neyse, uzun lafın kısası, acayip üzüldüm. Hiç de zevkli değildi bana kalırsa maç. Bunu üzgünlüğümden söylemiyorum, futbol seven her adam benim gibi düşünür. 


Ama zevkin kralı, Hollanda-Arjantin maçıydı!
Konuştuğum çoğu kişi bıkkınlıkla izlediğini söyledi bu mücadeleyi. Bana kalırsa tam tersi, penaltılara gidene dek heyecanını koruyan, kontrollü ama bir o kadar da saldırgan bir maçtı.

Turnuvanın başından beri bin bir umut ve hevesle desteklediğim Arjantin, yüzümü kara çıkartmadı, beni utandırmadı. Belki di Maria olsaydı, skor daha hızlı lehimize dönerdi ama önemi yok, penaltı heyecanı da bambaşkaydı.

Ben sıkıldım arkadaşlar Avrupa futbolundan. Messi'nin elinde yükselsin artık o kupa istiyorum!



Herkesin tek söylediği, yıllar yılı kupaya hasret kalan Almanya'nın 2014 Dünya Kupasını alacağı...
Lakin yine o aynı "herkes" Hollanda-Almanya finali olacak diyordu. Fark ettim, mesajı aldınız.

Ben 13 Temmuzu delicesine bi heyecanla bekleyenlerdenim. 
Hatta diyorum ki, var mısınız iddiasına? :)

Dipnot: Cüneyt Çakır DK boyunca çok güzel maç yönetti, kendisini ve ekibini tebrik ederim; gurur duydum. Fakat keşke bizim ligdeki maçları da bu kalitede yönetebilse...


5 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünya 'Maç Esnasında Sakatlananlar' Kupası


Haksız mıyım?

Bu futbol tutkusu, dünyanın en büyük zevki uğrunda kimleri kimleri kaybettik biz. Anlık sakatlanmalar, pozisyon sonucu oluşanlar, insanlık dışı - düşmanca darbeler yüzünden yaşananlar, kendi kendini sakatlayan çok heyecanlı 'ay ben şimdi napıcam'lar ve dahası, Dünya Kupasını, maç esnasında sıkça sakatlananlar kupasına dönüştürmeyi çok iyi başardılar, ne yazık ki...

Dünkü maçta Neymar'ı kaybettik, turnuvayı kapattı. Bugün de vuruş tekniğinin sıkıntısından, di Maria aramızdan ayrıldı. (Böyle yazınca da, adam ölmüş gibi gözüküyor ama aramız dediğim, turnuva yahu. Anlayın o kadarını da...) Oysaki daha sabah bari Arjantin maçından sakatlık olmasın demiş idim ama bizim şapşal di Maria bunun tersini yapıp beni üzdü... Ne de güzel oynuyordu üstelik! Geçen maç kızdığımın aksine harikaydı... 
Sanırım ben baya etkilenmişim bu sakatlıktan, bu denli uzun yazdığıma göre.

Neyse, ne diyordum?

Arjantin-Belçika maçı...

Garip Belçika futbolu. Erken gelen ve çok güzel bir vuruşla oluşan gol ve sonrasında defansını boşa çıkaran Belçika, hücuma giderken geriyi o kadar boş bıraktı ki, Arjantin ilk yarıda skoru daha da artırabilirdi. Yapamadı çünkü Messi'yi çılgıncasına yere yatırıp üstünden ve ayaklarından üç beş kişinin geçmesi, öncelikle skoru etkileyen en büyük şey oldu. (Düşündüm, şey yerine başka kelime bulamadım. Üzgünüm Messi!)

İkinci yarıya değinecek olursam, en başında ilk yarıdan daha kötüye dönüşen futbolu, ilk yarıdaki tek golün sahibi Higuain'in direğe takılan pozisyonu, maçın en heyecanlı anlarından biriydi hiç şüphesiz ki.

Oyun dışında söylemek istediğim şey şu, iyi ki Arjantin taraftarları var. Çünkü onlar Dünya Kupası turistik bir seyahat olmaktan çıkarıp, kıyasıya futbol mücadelesi tadında bizlere yaşatıyorlar. Tribünde yükselen sesleri, maça müdahale etmeleri ve dahasıyla, turnuvanın tribündeki en güçlü yanı olmayı başardılar.

Konudan çok bağımsız olsa da söylemeden edemeyeceğim, hakemlerin sıkmış oldukları spreyler bende olsa, saha ortasına neler yazardım kim bilir... 

Neticede, istemiş olduğum gibi yarı finale yükselen Arjantin oldu. Yalnız, farkında mısınız? Dünya Kupasındaki son maçların tamamı neredeyse aynı. Favoriler iyi oynayıp bir gol atıyor, rakip takım da son altı-yedi dakikada iyi oynayan birçok pozisyon kaçırıyor ve haydi hepimiz ona üzülüyoruz!

Ciddiyet önemli şey... 
Mesela, son dakikalarda forvette oynayan Van Buyten gibi.
Ve sahada neredeyse hiç gözükmeyen Messi ve son dakikada "Messi de insanmış" dedirtecek kadar imkansızı kaçırdığı pozisyon...

Söyleyeceklerim bu kadar arkadaşlar, dağılabiliriz!

Bir Yanım Rodriguez, Diğer Yanım Neymar


Tabii Mesut'u da unutmamak lazım. Bu adamı seviyorum gerçekten. Futbolunu, zekasını, başarısı ve giydiği her formada "olmazsa olmaz" sıfatını kazanabilmesini seviyorum. Geçenlerde Twitter'da Mesut hakkında yazılanlara bakarken, bir yorum gördüm. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle idi: "Türk olduğu halde Alman milli takımını seçen bir adam gol attı diye neden seviniyorsunuz?"
Bu düşünce bana ters. Şartların gerektirdiği ölçüde yaşıyor Mesut, kendisine ve futboluna en uygun hayatı ve yeri seçerek doğruyu yapanlar arasında bence. Hiç tanımadığımız futbolculara sempati duyup destekleyebiliyoruz da, kendi evladımız Mesut'u mu desteklemeyeceğiz?

Almanya-Fransa maçı içi söyleyebileceğim tek şey, Löw'ün klasik taktiğine dönme işini geçe bıraktığı, ama neyse ki geç kalmadığı... Ben de birçoğunuz gibi, iyi oynayan Fransa'nın, dağınık oynayan Almanya'yı eleyip yarı finale yükseleceğini düşünüyordum lakin, Löw soldan vurmayı başardı bu kez.


Çılgınlar gibi Brezilya'nın kazanmasını istiyor, ancak Kolombiya'nın alacağını düşünüyordum. Yedinci dakikada gelen erken gol ve ikinci yarıda serbest vuruştan harikalar yaratan David Luiz golünden sonra, yarı finale yüklesen benimkiler oldu. Ama sevinemedim. Yine sevinemedim!

Önce Neymar'ın iç kanatan o kıvranmaları, ardından maç bitimiyle çocuk gibi ağlayan Rodriguez beni bitirdi...
İyi oynayan Brezilya karşısında direnememiş olabilir Kolombiya ama turnuvanın en güzel takımlarından biri oldu, bunu göz ardı etmemiz imkansız. 
Neymar için çok üzgünüm. Bu sabah, omur iliğinde kırık olduğunu öğrendiğimizde resmen içim parçalandı. Daha gencecik, futbolun harikası olma yolunda bir futbolcuydu zira. Tez zamanda iyileşmesini diliyorum...



Her futbolcu sakatlandığında üzülüyorum elbette ama bu futbolunu izlemeye bayıldığımız adamlara en ufacık bir şey olduğunda nasıl korkuyorum anlatamam! 

Yani kısacası, ne maçtan bir şey anlayabildim ne de istediğim takımların yarı finale çıkmalarından. Dilerim bu akşam da Arjantin ve Kosta Rika yarı finale, sakatlıksız kartsız çıkarlar da, sevinebilirim!





1 Temmuz 2014 Salı

Arjantin'den Bana Doğum Günü Hediyesi


Şu görüntü için can verilir vallahi, ne yalan söyleyeyim. Çok seviyorum şu Messi'yi. Hakikatten uzun zamandır görmediğim abim, mutlu olduğunu bilmek için can attığım biricik dostum, üzülmesine dayanamayacağım kardeşim gibi seviyorum. Abartmış gibi gözükebilirim ama bu adamın hikayesini, aşkını, azmini seviyorum. Giydiği forma da ne olursa olsun, sanırım hep destekleyeceğim onu.

Çoğu kişi kızıyor ona Arjantin forması altındayken. Yok çok bireysel, oynayamıyor, Barcelona dışında iş yapamaz vs... Belki çoğunda sizler haklısınız, bilemiyorum. Yine de Messi'yi ne zaman görsem sahada topla oynarken, gözüme küçücük bir çocuk görüntüsü geliyor. Sanırım o çocuğu bu denli seviyorum ben.

Maça geçersem, 2014 Dünya Kupası başından beri her ne olduysa, şu Arjantinimin maçını adam akıllı izleyemedim. Hep bir aksilik çıktı ve ya maçın ortasında televizyonu açabildim ya da yarısında kapatmak zorunda kaldım. Bu maçta da değişen bir şey yoktu, maç saatinin geldiğini maçın bitmesine 15 dakika kala fark edip koştum televizyon maçına...

Koşmasına koştum da, ağır adımlarla gitsem de pek bir şey fark etmezmiş doğrusu. Yahu resmen ruhum sıkıldı, o 15 dakika geçmez oldu bana. İkinci yarı başladığında, bir tık da olsa heyecanlanabildim. Lakin beni heyecanlandıran Arjantin değil, ataklarla ve çılgıncasına paslarla baskın yapan İsviçre idi. Özellikle de Shaqiri muazzama yakın performansıyla maç boyunca beni en çok etkileyen isim oldu. Kendisi için yapılan "yeni Messi" yakıştırmalarından hiç hoşlanmıyor olsam da, bu akşamki futbolunu takdir etmemem mümkün değil. Bu yakıştırmayı da, içinde "Messi" adı geçtiği için sevmiyor değilim. Ben sadece, kıyaslamalardan hoşlanmıyorum. İlla bir futbolcunun iyi olduğunu insanlara anlatabilmek için, onu bir başkasıyla kıyaslıyoruz. Bu durumda iyiliği falan kalmıyor o adamın. Ciddiyim. Ancak kıyasladığımızın sınırında iyi olabilir, ki bu da her isme haksızlıktan başka bir şey değildir.

Öte yandan maç esnasında gözüme takılan herhangi bir gereksizlik olmadı. Sadece, Ömer Üründül'ün "kaleye atsa gol olurdu" demek için ne kadar ücret aldığını çok merak ettim, hepsi bu.

Neticede, yarın benim doğum günüm. Ve doğum günü hediyem, maç boyunca "di Maria neden böylesin!" diyerek kızdığım adamdan geldi, asisti elbette ki Messi!

Böylece Arjantin, İsviçre'nin uzatma dakikalarında harikalar yaratan ve direncin Allah'ını gösteren performansı karşısında, bireysel gücü ve şansıyla çeyrek finale yükselmeyi başardı. Doğruya doğru, ben sevindim. Lakin futbolcu olsaydım, büyük ihtimalle maç sonu sevinemez ve ağlayan İsviçreli futbolculara sarılırdım.

Sanırım bu yüzden de benim gibi düşünenlerden futbolcu olmuyor.

Eh, uzun lafın kısası tebrikler Arjantin'e, geçmiş olsunlar İsviçre'ye ve iyi ki doğdunlar da bana geliyor!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...