25 Kasım 2013 Pazartesi

Şampiyonluk Alameti



Son haftalarda, üst üste gelen galibiyetlerle zor günleri geride bırakmış olmanın muazzam hazzını yaşıyorum.

Geçen senelerde deseler, “bir adam gelecek ve oynadığınız her maçtan sonra, ertesine güne ve hatta tüm haftaya ağzın kulaklarında başlayacaksın.” Hakikatten inanmazdım. Ama olabiliyormuş meğer.

Ersun Yanal…

Aslında özellikle hassas olmaya çalışıyorum Ersun hoca konusunda. Önceden konuşmamak, ağzımı kapalı tutmak için büyük özen gösteriyorum. Ama atılan gollerden sonra, kulübede sevinçten kendinden geçişini görünce, duramadığım da oluyor elbet.

Oynanan dört maçta, son dakikada atılan goller sayesinde tam sekiz puan kazandık. “işte bu! İstikrar! Harika!” diyecek değilim elbet. Harika olduğu konusunda itirazım yok ama böyle olmaması gerektiğine inanıyorum.

Dün akşam oynanan Antalya maçı, şimdiye dek çıktığımız en güzel ilk yarılardan birine sahipti. Ona rağmen 1-1 biten bir ilk yarı sonucu, bu kez işlerin iyi gitmeyeceğini düşündürdü bana. Oysa her şey, neredeyse Zico zamanındaki hızda ve keyifte ilerliyor. Geri düştüğümüzde, nasılsa bir şekilde o maçı çevireceğimize sonsuz güveniyoruz. İnanın, tek bir yol yedi diye maça dördündü forveti alan bir hocanız olsa, siz de bizim gibi düşünürdünüz.

Ama aynı şekilde, hoca konusunda çok erkenden konuşmamaya yeminliyim bu sefer. Aykut Kocaman zamanında yaşadığım hayal kırıklığını, bu kez yaşamamayı umuyorum.


Son olarak, bu son dakika golleri şampiyonluk alameti beyler, bilesiniz!

11 Kasım 2013 Pazartesi

Günaydın Fenerbahçe!


Bugünkü günaydınım, Emenike ofsayttayken pasını vermeden önce ona eliyle durmasını işaret eden Webo'ya, maçtan maça sevgimin katlandığı Mehmet Topal'a, demir adamlarım Alves, Egemen'e ve son olarak da istediği an kalbimi alıp kendi kalbiymiş gibi kullanabilecek olan Ersun hocama! 

Günaydın forma giyemediği maçta sarı kart görüp cezalı duruma düşen Sabri!



-işte böyle, her sene böyle!-

1 Ekim 2013 Salı

Bir Yıl


Seni bizden kopardıkları o kara günden bugüne, tam bir yıl geçti Kaptan. Yapılanları asla unutmayacağız.

"Sonsuzluk çok uzak ve biliyorum sen ömrünün yettiği bir vakitte dönüp yine sarılacaksın bize."




29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Bildiğin Vardır Azizim!



Tarih, 1 Ekim 2012.

Bir öğle vakti, kulüp binasından ayrılıyor Fenerbahçe’nin kaptanı. Adımını dışarı attıktan birkaç dakika sonra, belki ufak bir nefes çekiyor içine. Bazen bilirsiniz ya, son nefesinizdir o. Muhtemelen o da biliyordu bunu yaparken. Sonra telefonundan, milyonlara ulaşacak bir tweet atıyor. “Fenerbahçe bir futbolcu kaybetti ama bir taraftar kazandı” diye. Sonra o milyonlar, sel olup akıyor evinin önüne, kulüp binası ve daha birçok yere.

Ardı arkası gelmeden devam ediyor ayrılıklar.

Kaç ay olmuş? Tam olarak sekiz. O süre boyunca ağladık durduk biz. Alexbahçeli olduk önce, hemen ardından hain.

Daha ilk gün, Kaptan Alex de Souza’nın bu kulüpten ayrıldığı ilk gün, “Aziz Yıldırım’ın bir bildiği vardır” diyordu herkes. Bizler ağlarken gülenler, gidenin ardından yas tutulmaz diyenler.

Tarih, 29 Mayıs 2013.

Bir öğle vakti, bu kez kulüp binasından ayrılan Aykut Kocaman.

Belki de ilk kez, Fenerbahçe için bu kadar huzurluyum. İlk kez, bizim aylar önce yaşadığımızı, şimdi bizi kınayanlar yaşayacak diye, garip bir hal içindeyim.

Fenerbahçe ceza alacak, yerine Şampiyonlar Ligine Beşiktaş gidecek diyorlar. Şimdi bunların hepsi dedikodu.

Yapılacak tek şey, sekiz ay önce göğsünü gere gere “bir bildiğin vardır Aziz Yıldırım!” diyenlerin, şimdi de aynısını demesini beklemek.

Diyebilirler mi, o ayrı mesele.

He bir de merak ettiğim, hocası için taraftarı ve birçok kişiyi karşısına alan futbolcuların, şimdi aynı tavrı başkanlarına karşı da yapabilecekler mi?

Bırakın bu gece uyuyalım. Huzurla ve bir yeni büyük istifayı bekleyerek.


Sana gelince, iyi kötü yaşattığın şeyler için teşekkürler Aykut Kocaman. Keşke yönetilmeyi değil, yönetmeyi seçseydin. 

12 Mayıs 2013 Pazar

Miyav!




Son birkaç gündür “Kediye rakı içirirsek ne olur?” diye düşünüyordum. Ne garip, öyle değil mi?

Bu sorumun cevabını bu akşam, tribündeki rakip takım taraftarı takımına küfrederken santrada “zıplayan” Galatasaraylı futbolcular sayesinde almış oldum. Bazı kediler, “Aslan sütü” olayını çok yanlış anlamışlar sanırım.

Ah be Fatih Terim. Ah be İmparator Terim! Sen de ayranı mı fazla kaçırdın, ne yaptın bilemedim. Sahi, sence ne zaman göreceksin Saracoğlu’nda bir Galatasaray galibiyetini? En son gören futbolcularının başında yine sen vardın. Onlar pes edeli çok oldu zaten. Sen ne zaman geniş çaplı hayaller kurmaktan vazgeçeceksin?

Şampiyon gelmişsin, şampiyon gidiyormuşsun. Eyvallah, öyle oldu da, sizce de bu sene çıta biraz yükselmedi mi? Geçen sene en azından beraberliği kutluyordunuz. Bu sene ise mağlubiyeti. Eh, her geçen sene sızı artıyor tabii hocam, haklısınız…

Bu arada asıl sormak istediğim soru, Drogba’nın bu maçta oynayıp oynamadığı. Çünkü ben kendisini, Fenerium Alt D tarafından pek net göremedim de. En son Akhisar maçından hatırlıyorum Drogba’yı. Sanırım orada bıraktınız, 60. Dakikada.

Fenerbahçe’ye gelecek olursak.

Artık bazı şeyler kesinlikle değişmeli. Galatasaray galibiyeti hiç kimsenin yelkenlerini suya indirmeyecektir. Sesimizin ulaşabildiği her yerden, hala “istifa” demeye devam…

Belki bizim söylememizle ve de benim yazmamla olmayacak ama şu an için en büyük isteklerimden biri de Volkan’ın bu takımdan gitmesi. Maç içindeki olayda haklı olup olmaması beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Yıllardır Volkan’ın yaptığı hatalarla bile birçok insan kriz geçirdi. Ki bunu Fenerbahçe takımının tamamına yorduğumuzda, durum sahiden de vahim.

Bizde sevinecek bir şey yok. Galatasaray’ı yendik, klasik. Bence bu Şampiyonlar Ligi durumumuz dışında hiçbir şey ifade etmiyor. Şu sıralar tek bildiğim ve inandığım, dibe vurmadan yükselemeyeceğimiz. Yenilenme, yapılanma şart.

Şükrü Saracoğlu Stadı’nda sezonu böylece kapatmış olduk. Taraftarın, takımı deli gibi özleyeceği üç ay var daha önümüzde.

Hakkını verelim, güzel kapattık maçı.
Saha içinde iyi mücadele eden takım, tribünde sesi yettiğince takımına destek olan taraftar ve “santrada miyav diyen bir aslanla”, bir derbi daha geride kaldı.

Sonuç mu?

14. yıl.

3 Mayıs 2013 Cuma

Bitti Rüya




Bazı anlar vardır, tekrar tekrar yaşamak istersiniz. Hiç bitmesin, sona ermesin, terk etmesin istersiniz. Ama bazı şeyler biter. Bitmelidir ya da tam karşılığı budur aslında.

Dile kolay, onlarca maç yapıyorsunuz. Yenilgiler, galibiyetler, beraberlikler. Tribünde yanan canlar, geçirilen krizler, akan yaşlar; sahada sakatlanan futbolcular, kaçan goller, penaltılar, direğe çarpıp kaleciye dönen toplar.

Caner Erkin ile başlayıp, Kuyt ile sona eren, uzun bir rüyaydı bizim için UEFA.

Esasında, bir şeyleri göze alarak çıktık biz bu yola. UEFA’dan bahsetmiyorum elbette. Lig şampiyonluğu, UEFA’da ya da CL’de yarışmak her sene olabilecek şeyler. Benim bahsettiğim bu uzun ve asla bitmeyecek olan sevda yolu.

Bazı sabahlara asla uyanmak istemezsiniz. Keşke dersiniz mesela, keşke futbolu bu kadar çok sevmeseydim. Keşke o penaltı kaçmasaydı. Sow’un kafası direğe takılmasaydı. Gökhan sakatlanmasaydı. Volkan sonra, Volkan keşke biraz daha isteseydi dersiniz. Ama yine de kızamazsınız. Kime kızabiliriz ki?

Kendi adıma konuşayım, bu seneye dair tek isteğim UEFA Kupası idi, olmadı. Üzüldüm mü? Ah hayır, üzülmek basit kalır. Tekrar aynı şeyleri yaşamayalım dedik, bu sefer gülsün yüzümüz. 2006, 2008, 2010, 2011, 2012, 2013. Son dakikalar, son saniyeler. Bir sevdayı en güzel tanımlayan şeylerdir sanırım.

Fenerbahçe’nin  UEFA macerasında belki eleştirilecek milyon tane şey vardır. Ben sadece içlerinden bir tanesini alıyorum. Baroni değil de, Webo kullansaydı penaltıyı, şu an belki çok başka şeyler yazıyor olabilirdim.

Hayatimin en güzel, bitmesini istemediğim tek rüyasıydı. Ama artik bitti, uyandık. Her şeye rağmen, yaşattığın her şey için teşekkürler Fenerbahçem…

Varsın bu sene Amsterdam sizin olsun. Bu sevda bizim gönlümüzde baki.

14 Şubat 2013 Perşembe

İçimizdeki İrlandalı




Bundan on yıl kadar önce “hainliği” ne güzel tanımlamıştı Mustafa Denizli, içimizdeki İrlandalılar diyerek. Dün akşam Fenerbahçe takımı için sahada iki İrlandalı vardı. Hakem ve Meireles.

Meireles Türkiye’ye gelene kadar, futbolculuk kariyeri boyunca hiç kırmızı kart görmemiş bir adamdı. Fenerbahçe’ye geldikten sonra, henüz ilk derbi maçında tanıştı kırmızı kartla. Arma öptü, günü kurtardı. Ardından, belki de Fenerbahçe takımı için en önemli sayılabilecek maçlardan birinde, daha üçüncü dakikada rakibine tekme atarak, kırmızı kartla olan ilişkisini geliştirdi. Gerek var mıydı? Asla. Meireles’in daha maçın ilk dakikalarında yaptığı bu hareket, takım içi disiplinin sarsılma noktasında olduğunun en somut örneği. Portekiz milli takımında, neredeyse takımın en iyi adamı olan Meireles, Türkiye’ye gelince ne değişiyor? Ya da belki de asıl soru, Fenerbahçe takımına “iyi, gol kralı, çok yetenekli” diye getirilen yabancı futbolcuların %90’ı neden geldikleri ilk ayda kariyerlerinin son günlerini yaşıyormuş gibi oynuyorlar?

Fenerbahçe takımı son birkaç aydır, bir boşvermişlik üstüne oyun kuruyor. Oynaması gerekenler yedek ya da kadro dışı, oynamaması, dinlenmesi gerekenler ısrarla her maç ilk 11.

Özellikle de Kuyt. Sözleşmesine, “her maç ilk 11 oynayacak” gibi bir ifade konulduğunu düşünmeye başladım artık. Daha geçtiğimiz haftalarda futbolcunun kendisi, formsuz olduğunu ve dinlenmesi gerektiğini söylemişti. Buna rağmen Aykut Kocaman ısrarla oynatmaya devam ediyor. Bunun ne Fenerbahçe takımına faydası olur ne de Kuyt’a. Biraz dinlendirilmeli, formunu yeniden yakalayabilmesi için zaman verilmeli. Çünkü bu gidişat başta taraftar ve Kuyt’ın arasını açacak. İlerleyen zamanlarda da Kuyt’ın bu takımdan gitmesine sebep olacak.

Ne yapılmalı derseniz, ilk olarak Baroni yerine Salih olmalı. Kuyt bir süre dinlendirilmeli, Mehmet Topal zaten Emre’nin boşluğunun hiçbir zaman dolduramadığı için, formayı ona teslim etmeli.

Dün akşamki maç için söylenecek son söz, Bate iyi değil, Fenerbahçe kötüydü. Artık Fenerbahçe takımının tek şansı, kendi stadında “seyircisiz” oynayacağı maç.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Kaptan Alex De Souza



Gittiğin günden beri, her an daha çok özlüyoruz seni Kaptan.
Şimdi Coritiba'nın 10 numarası, onların Kaptanısın...
Olsun, sen hala bizim kalbimizde, heykelini diktiğimiz andaki gibisin.
Dönüp geleceğin günü sabırsızlıkla bekliyoruz efsane!

Muhammed


Muhammed Ali Clay!

31 Ocak 2013 Perşembe

Sussam Olmuyor, Susmasam Olmaz





Futbol ne garip şey.

An geliyor en büyük tutkun oluyor, an geliyor nefretin. Hüznün de onunla, sevincin de. Farkına varmıyorsun belki ama zamanla hayatın oluyor.

Ya biz taraftarlar olarak çok nankörüz ya da futbol tam anlamıyla bunu gerektiriyor.

Transfer dönemi demek, özellikle son zamanlarda, Fenerbahçeliyseniz dert demek, endişe demek. Geçen koskoca sürenin ardından bence Fenerbahçe takımı adına sorulması gereken tek bir soru var: Bir şeyin yanlış olduğunu görmek için, illa o yanlışı deneyimlemek mi gerekiyor?

He eğer bu sorunun cevabı evet olacaksa, pek sevgili Aykut hoca Alex’imizi gönderirken yaptığı hatayı ne zaman fark edecek? Emre’de yaptığı hatayı fark etmesi çok uzun zaman almadı ama kasadan yüklü miktarda para almış oldu. Gereksiz bir Mehmet Topal transferi özellikle de.

Emre’nin gidişi ve dönüşü arasındaki süre kısa gibi gözükebilir ama bize o kadar çok şey kaybettirdi ki. 
Takımda sesi çıkan, ağırlığı olan futbolcular değiştir. Bu da takımı “Fenerbahçe” kimliğinden uzaklaştırdı.

Garip bir dönem geçirdik anlayacağınız.

Gerçi asıl garipliği şimdi yaşıyoruz. Transferde yönetimin tek yaptığı: Ctrl + Z

Reto’nun gelmesine taraftarın büyük kısmı karşı çıkıyor. Ben bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyorum. Lefter’in cenazesindeki ve Süper Final maçlarındaki Galatasaray’a attığı golden sonraki Reto’yu düşününce, biraz yumuşuyorum.

Geçen zaman bize Salih’i kazandırdı. Beykan için erken konuşmak istemiyorum. Daha nice güzel çocuklarımız var A2 takımımızda. Zamanla hepsi çalıştıkları takdirde A takıma yükseleceklerdir elbette.

Yönetimle taraftarın arası bozuk. Nasıl olmasın ki? Verilen sözler tutulmuyor, yıllardır bile bile bazı şeylere göz yumuluyor ve hala bizlerden sabretmemiz bekleniyor.

Sussan yönetim yalakası, konuşsan Fenerbahçe düşmanı, Alex’i destekleyip sevsen, hain.
Söylenecek öyle çok şey var ki.

Şimdi ben tüm bunları buraya yazsam olmuyor, yazmasam olmaz…

27 Ocak 2013 Pazar

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...