7 Mart 2015 Cumartesi

"Sorun Sende Değil, Bende"

Yani, umarım bendedir sorun. Çünkü eğer bendeyse, elbet bir zaman sonra düzelip eski haline dönecektir. Ama ya bende değilse?

Konuya "çat" diye sonundan girdiğim için üzgünüm, ama daha fazla tutamadım içimde futbolun bu soğukluğunu. Ligin başlamasıyla güzel güzel bin bir umut dolmuştu içime. Her şey harika olacak, lig muhteşem başlayıp muhteşem gidecek ve sonunda ya Beşiktaş yılların hasretini giderip şampiyon olacak ya da bizim iki ezeli rakipten biri dördüncü yıldızı takacaktı...
Elbette hala böyle olacak muhtemelen sonuç ama içim bir buruk benim.
Eski neşem de, hevesim de kalmadı futbola karşı sanırım. Ya da bu yıl lig yeterince tat vermiyor, öyle diyeyim en iyisi...

Yarın derbi var, Fenerbahçe-Galatasaray arasında. İlginçtir ki, heyecanlıyım yine. Uzun zamandır gitmediğim ilk derbi olacak bu, o yüzden de garip bir şekilde, bu kez "Kadıköy'de gülen taraf"ın Galatasaray olacağını düşünüyorum. Son haftalarda Fenerbahçe'nin yaşamış olduğu içsel krize karşın, Galatasaray'ın çatır çatır oynadığı futbol beni bu düşünceye iten daha çok...


Kavgasız, kazasız belasız, olaysız bir derbi dilemekten başkası gelmiyor dilimden. Son yıllardaki o tatsız Fenerbahçe-Galatasaray derbilerinden farklı olarak bol gollü, bol sevinçli geçsin istiyorum. Kim bilir, bu maçın sonu belki yeniden heyecanımı yerine getirir, belki inancımı, futbol sevgimi, hasretimi yeniler... Kim bilir belki futbol daha seviyeli, daha güzel günler görür, ne dersiniz?




1 Eylül 2014 Pazartesi

Lig Başlayınca Değişen Hayat

Sizce de çok özlememiş miyiz bu çocukları?

Cumadan gelen maç günlerini, iyisini kötüsünü, maç sonu kanal kanal dolaşıp program yorumlarını dinlemeyi, kimisine kızıp kimisine hak vermeyi, skoru sevip oyundan memnun kalmamayı ya da tam tersini...
Kısacası, özellikle de kendi adıma konuşacak olursam, hakikatten epey özlemişim futbol dolu günleri.

Elbette bu yıl çok acı çekmedik, sağ olsun Dünya Kupası doyurdu biraz bizi. Ama lig başka şey. Kendi canından kanından ligi izlemek apayrı zevk, heyecan...

İlk haftanın günahı olmaz, evvela bunu diyeyim. Yani şu takım bu skoru almış, öteki onu yapmış falan biraz yavan kalır her ne olursa olsun... Ama tabii ki de ilk hafta kayıplarının acısı lig sonlarında bir iki puana muhtaç kalınca çıkar ama yine de, özellikle saha içi performansı açısından ilk üç hafta sabredilmeli diye düşünüyorum ben.

Yine de tüm bu söylediklerime rağmen lig hızlı ve üç büyükler açısından beklenen şekilde başladı, bu iyiye işaret olabilir, bilemiyorum. Tek bildiğim, daha doğrusu tek tahmin edebildiğim ligin bu yıl epey kızışmalı ve heyecanlı geçeceği. Bu da işte, tam istediğimiz şey.

Bu yazımı uzun tutup, tek tek takımlara değinmek istemiyorum.

Galatasaray maçını izleyemedim, diğerlerine ufak ufak da olsa bakabildim. Dünya Kupasından gelen bir düzenle, kalecilerin parladığı ilk maçlar oldu herkes açısından. Sevdim ama her şekliyle, yine söyleyeyim.

Lig başladığına göre bizlerin de, fikstüre endeksli hayatları yerine gelmiş oldu böylece.

Hayırlı, uğurlu, bol çekişmeli az kavgalı, harika bir lig olsun!
Seyir zevki tavan yapsın! :)

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Bu Fenerlilere Ne Oluyor?

Blog sayfamı açıp, özellikle futbol odaklı yazılar yazmaya başladığımdan beri, kalemimden geldiğinde objektif olmaya çalıştım. Tarafsız olmakla objektif olmak birebir aynı şey değil bence, o yüzden özellikle objektif kısmına vurgu yapmak istiyorum. He ne kadar başarılı oldum, o sizin takdirinize ve bakış açınıza kalmış, bilemem...

Lakin şimdi, bu yazımda, hiç de tarafsız olmayacağım. Bizzat benimle aynı renge gönül verenlere, Fenerbahçelilere yazacağım bu yazıyı, izninizle...

Süper Kupa maçından sonra birtakım sosyal paylaşım sitelerinde güncellediğim durumlara epey tepki aldım. Galatasaraylılardan iyi, Fenerlilerden kötü... Amacım bir tarafın beni iyi görmesi vs değil. Kusura bakmayın ama bununla ilgilenmiyorum. Birileri mutlu olsun diye de yazmıyorum. Ve kim ne derse, ne düşünürse düşün, bugün bu yazıya gördüğümü, hissettiğimi yazacağım.

Arkadaşlar ne oldu bize, size? Ne zamandan beri hataları görmez olduk? Ya da gördüğümüz hataları dile getirince 'hain', 'çakma Fenerli' sıfatını alır olduk? Ne istiyorsunuz, anlamıyorum ki... 

Maç içinde değil gol pozisyonuna girmesi, nabzımı bir tık arttıracak, heyecanlandıracak herhangi bir hamlede bile bulanamayan Sow'a, Emenike'ye kızamayız mesela. Haşa! Olur mu öyle şey! Fenerbahçe'den büyük canım onlar! Bedavaya oynuyorlar ya. Yaptıkları her yanlışta sırtlarını sıvazlamaya, arkalarından besteler yazmaya devam ederiz biz, mühim değil. Kaybeden Fenerbahçe nasılsa...

Hele Volkan'a laf etmek mi? Amanınn! İmkansız! Yahu siz aklınızı mı kaçırdınız?
Bu performans ve yaştan sonra futbol adına özel bir yerlere gelemeyeceğini, hatta taraftarlarının büyük çoğunluğunun artık kaleyi ufak ufak Mert'in almasını istediğini bilen ve bizim 'ateşli' her bir şeyde alev alan tribünlerimizi ve taraftarlarımıza oynamayı seven Volkan'a nasıl olur da laf söyleriz?

Ya da diğerlerine...

Şimdi siz zannediyorsunuz ki, biz Volkan'a kızdığımız için Melo'yu haklı buluyoruz ya da savunuyoruz. Mesele bu değil arkadaşlar. Mesele, Volkan gibi spor ahlakından ve Fenerbahçe'yi temsil etmekten uzak bir adamı, körü körüne savunuyor olmanız. Dünya üstünde tek Fenerbahçeli bile bulamazsınız ki, Melo'ya sempati duysun. Yani iş Galatasaray, Beşiktaş, Bursa falan değil.

Yok Volkan çok hırslıymış, taraftar olarak oynuyormuş. Oynama kardeşim! Profesyonelsin sen, işini yap. Biz sahaya inip maça müdahale ediyor muyuz? Etmiyoruz. Öyleyse sen de daha fazla tribünlere oynama!

Volkan'ı o kadar çok seviyordum ki, o kadar olur. Kaleden eli emeği eksik olmasın, her daim giysin formamızı derdim. Ama son yıllarda çok bozdu kendisini.
Maç esnasında duymadığı laf kalmayan Caner'e bakın, o yapıyor mu aynısını? Yapmıyor. Amacım kesinlikle kıyaslama değil ama bulunduğun yeri, mevkiyi, giydiğin formayı, adamlığı ve en önemlisi de haddini bileceksin!

Değil Volkan, Neuer gelse değişmez bu.

Futbol bir tek Türkiye'de yok arkadaşlar. Sadece size küfredilmiyor yani. En basitinden ben, en ufacık bir yazı yazdığımda kaç tane küfürlü yazı düşüyor mail'ime. Aynı şey olmayabilir ama paralel. Herkes işini ahlakıyla ve gerektiği şekilde yaptığı müddetçe hiçbir sorun çıkmaz.

Melo'yu konuşmak bana düşmez. Onu konuşmama gerek bile yok zaten, her şart ve durumda kendini belli ediyor. Ben kendi takımıma, ona katkı sağlayanlarına ya da köstekleyenlerine bakarım.
Eleştirmek en büyük ve en tabii hakkım. Sırf siz kendinizi 'daha çok seviyor' olarak göstereceksiniz diye, yanlış gördüğümü söylemekten bir adım dahi geri durmayacağım.

Benim sonsuz sevgim Fenerbahçe'ye. Elbette forma giyen adamlara da saygım ve sevgim mevcut. Lakin nasıl daha kaç hafta önce Ersun Yanal'a saygı duyuyorduysam, şu an yerini İsmail Kartal'ın almış olduğu gibi, Volkan ve takıma diğer yakışmayan hadsizlerin de, Fenerbahçe menfaat ve iç huzuru için elbet yerini alanlar olacaktır...


25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Futbolcu Nasıl Kahraman Olur?



Olmalı mıdır ya da? Asıl soru budur belki de, bilemiyorum.

Arkadaşlar biz futbolu, futbolcuları ne olarak görüyoruz? Ya da onlar sahadayken kendilerini ne zannediyorlar?
Aslında öyle sinirliyim ki, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanıyorum doğrusu. Bir hatam olursa, şimdiden affola...

Güzel bir organizasyon niyetiyle başladı Süper Kupa derbisi. Gelirinin Soma'ya gidecek olması bir yanımıza, "futbolda hala insani değerler varmış meğer" dedirtti üstelik. Lakin biz Türkiyeliler, insaniyeti kaybedeli çok olmuş ne yazık ki...
Maçı "kendimce" değerlendirmeye geçmeden evvel, futbolu futbol yapan o asıl kıymeti, özü kaybeden futbolcu ve taraftar bozmalarından biraz söz etmek istiyorum. Dilimden binlercesi haykırsa da bu akşam buraya, hiçbir kötü söz yazmak istemiyorum... Soma için.

Evvela top Caner ile buluştuğunda, kendini önce taraftar sonra belki de tamamen kazara "erkek" zanneden bir kesimin Berkay diye tezahürat yapmasına ne diyoruz?
Ya da annesi tarafından doğurulmayıp -çok affedersiniz- sıçılan birtakım Fenerbahçeli ve Galatasaraylı densizlerin sahaya yabancı madde atmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Peki ya sonra, kendisini futbolcu zanneden ve üstüne üstlük "milli kaleci" olan Volkan Demirel'in yaptığı, halı saha maçına çıkan 18'lik çocuğun yapmayacağı o hareketi yaptığında ne hissettiniz?

Ben nefret ettim. Türkiye'deki futboldan, takımlarından, futbolcularından, taraftarlarından... Ya da kendilerinin bu sıfatlardan herhangi birine ait olduğunu zanneden o insancıklardan nefret ettim.
Erman Toroğlu onlarla çılgınlarcasına dalga geçtiğinde, söylediklerine bile güldüm! Ne derece nefret ettiğimi anlamışsınızdır sanırım.

Çünkü bunlar, sahaya bir şey attıklarında taraftar, adam, insan olduklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar taraftarlığı, üç beş kuruşu zor denkleştirerek gittiği deplasman maçından, en azından bir iki yerinde çizik olmadan dönünce, erkeklikten yoksun sayılacaklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar işsiz, çünkü bunlar sevgisiz yetişmiş, sevgisiz büyütülmüş. Bir takımı, bir rengi sevmenin kutsallığını asla ama asla öğrenemeyecek zavallılar bunlar. Yazık ki bunlara ceza vermeyen, bunları tespit edemeyen TFF'ye de, takım yönetimlerine de!

Maça dönecek olursam...

İki takımdan da bir şey olmaz arkadaşlar bu yıl. Ne Fenerbahçe dördüncü yıldızını takabilir ne de Galatasaray.
Maçın oyuncusu seçilen Muslera, takımın en iyisiydi. Ardından onu takip eden ilk ve son kişi de Semih oldu.
Yasin'in amatörlüğü şu an değil belki ama profesyonel bir Galatasaray'da epey sırıtır, benden söylemesi. Bana kalırsa Galatasaray bu sene, ikinci Rijkaard dönemini yaşayacak.

İsmail Kartal ise belli noktalarda Fenerbahçe'ye yarıyor gibi gözüküyor. Lakin, forvetsiz oynayan bir Fenerbahçe her maçı penaltılarla alamayacağı için, bir golcü bulmadan iyi bir sezon geçirmesi imkansız.

Elbette Fenerbahçe'nin aldığı bu kupada Ersun Yanal etkisi büyük. Fenerbahçe'ye hücum futbolunu "öğrettiği" için kendisine ne kadar teşekkür edilse, az bence...

İnanın o kadar keyifsizim ki saha dışındaki olaylar yüzünden, maçı bile uzun uzadıya yazamıyorum. Oysa hakem değişikliği, orta hakemin çaresiz beceriksizliği, çıkan kramponlar, Muslera'yı alkışlayan Fenerbahçeliler gibi değinmem gereken "tam benlik" olaylar var ama neyse... Aşağı yukarı yazabileceklerimi artık biliyorsunuz zaten :)

Son cümlelerim de şu olsun öyleyse:
Tebrikler uzun zamandan sonra sezona "başarılı" başlayan Fenerbahçe ve tebrikler geldiği ilk günden bugüne dek, Galatasaray'ı dimdik ve tek başına sırtlayan Muslera!

Dipnot: Beyler, bir de ister misiniz bu Galatasaray devre arasında Ersun Yanal'ı alsın? He?

19 Ağustos 2014 Salı

Demba Ba vs. Szczęsny

Maça ve dolayısıyla konuya geçmeden evvel, Arsenal kalecisi abimizin adının nasıl yazıldığını Google'layarak bulduğumu itiraf etmek istedim.
Şimdi asıl mevzuya, yani, bir yanda Fenerbahçe diğer yanda Beşiktaş maçlarının olduğu akşama geçebiliriz.

Beşiktaşlı güzel arkadaşlarım günler günler öncesi maç bileti almak için sıraya girmişler. Birçoğuna maça gitmek istediğimi, maça bir iki gün kala söylediğimden hepsi şikayet etti bana. Zaten saatlerce sıra beklemişler bilet için, söylesem alırlarmış falan. Nereden bilecektim ki? Sıra olayından rahatsızlık duyan arkadaşlarım "Passolig" almamış olanlardı, keşke alsaydık, diyenleri dahi duydum. Oysa geçen yıl tribünde en çok karşı çıktığımız şeydi bu.
Gerçi ben ne geçen sene kombine aldım ne de bu sene alacağım. Maddi açıdan biraz daha rahatladıktan sonra eski kombine düzenime devam ederim diye düşünüyorum. O zamana kadar da, passolig bilet konusunda en büyük yardımcım olacak ister istemez...

Beşiktaş'ın bu önemli maçı önce çok sevgili Süleyman Seba anısına saygı duruşuyla, hemen ardından da üçüncü saniyede Beşiktaş lehine kaça golle başladı. Devamında, en azından ilk yarıda birkaç önemli pozisyona daha girmeyi başarmış olsa da Beşiktaş, ben kulağımı taraftarın tribünde oluşturduğu güzel ahenge verip, maç içindeki tuhaflıkları izlemeye koyuldum.

Sanırım şunu söylemeden edemeyeceğim ki, Bilic bana artık samimi gelmiyor. Evet, başlarda ben de herkes gibi bu adamı çok samimi ve 'bizden' buldum ancak o zayıf vücuduna oturtmaya çalıştığı kabadayımsı hareketleri ve aşırı artmaya başlayan maç esnasındaki çalımları bana çok yapmacık gelmeye başladı. Dolayısıyla acayip de soğudum kendisinden. Kamera ne zaman ona dönse elleri belinde ve pantolonunun içinde, gömleğini düzeltiyor omuzlarını geriye vere vere. Sanırım ben bundan çok tiksindim...

İlk ve ikinci yarıda Beşiktaş'ın peş peşe kaçırdığı goller beni zaman zaman deli etse de, ani ataklarla Beşiktaş kalesini sağlama yoklayan Arsenal, durumu her şartta dengelemeye yetecek gücü olduğunu gösterdi bizlere.

Bu maçın sonucunun ne olduğu bana kalırsa çok da önemli değil lig açısından. Çünkü tahminlerimde yanılmayacağımı ve Fenerbahçe ile Galatasaray'ın şuursuz oyunlarındaki boşluğu fırsat bilirse eğer, Beşiktaş'ın şampiyon olacağına inanıyorum.

Bir de yıllardır izlerim şu futbol denen oyunu ama hala başta Arsenallı futbolcuların tamamı olmak üzere, vücudu sağlam tüm adamların niye ısrarla dar ve üstlerine yapışan forma giydiklerini bir türlü anlamam. Üzgünüm beyler ama hiç de seksi olmuyorsunuz. Böyle daha çok alçıdan yapılmış heykel gibisiniz.

Demba Ba iyiydi, hoştu, güzeldi. Çabuk uyum sağladığı Beşiktaş'ta parladığını söylemem çok da yanlış olmaz sanırım.

Maç ilgili söyleyeceğim bir diğer şeyse, sonunu zor getirdiğim. O kadar çok uykum geldi ki maçı izlerken, keşke Fenerbahçe'nin Roma ile olan maçını izleseydim demeden edemedim haliyle.

Son olarak kısaca toparlayacak olursam, maçın son 10 dakikasına bir kişi eksik giren Arsenal karşısındaki Beşiktaş'ın şüphesiz en çalışkan ismi Mustafa oldu. Lakin paslaşırken bile organize olamayan ve birbirini göremeyen bir Beşiktaş vardı ki bu da, deplasmanda onları epey zorlayacaktır diye düşünüyorum. Ve özellikle de maçın uzatma dakikalarında Beşiktaş baskıyı arttırmış olsa da, "futbol şansı" onların yanında kalmayı seçerek maçın 0-0 bitmesini sağladı.



Dipnot: Şu fotoğrafı koymasaydım inanın içim rahat etmezdi. Belki Beşiktaşlılar görünce bana kızacaklar ama ben daima birçok yerde Beşiktaş'ı desteklemiş biri olarak, şu görüntüye o zaman da hem gülmüş hem de üzülmüştüm. Şimdi de paylaşmanın tam sırası olduğunu düşündüm...

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir Solukta Brezilya



Sizce de öyle geçmedi mi?

Daha turnuvanın yeni yeni tadına vardığım sıralarda, bir baktım ki beklediğimden bir saat evvelinden final maçı başlamış bile.
Bakmayın öyle, hakikatten final maçının saatini unutmuştum. Turnuvayla çok ilgiliyim canım, saatin bununla hiç ilgisi yok! (Yazar burada, durumu toparlamaya çalışıyor.)

Bana daima, izlediğim tüm maçlarda şans getiren arkadaşımla, sakin ve Almanya tarafı ağırlıklı bir kafenin bahçe bölümünde, yaklaşık 13. dakikasında yetiştim ve maçı izlemeye koyuldum. (Arkadaş bu kez şans getiremedi, zira ikinci uzatma dakikasında birbirimizden ayrılmıştık ne yazık ki.) Birkaç masa yanımda, maç aralarında çalan her şarkıda oturduğu yerde çılgıncasına dans eden Barcelona formalı bir adam ve daha gerilerden (kaçan gollere olan tepkilerinden anladığım kadarıyla) birkaç kişi ve benim zorumla "lacivertli olanları" destekleyen dışında, neredeyse herkes Almanyalı idi. "Yahu siz ne kadar Almansınız!" bile dedirtti bana. Doğrusu çok bozulmuştum bu işe. Meğer asıl bozulmam gereken, Higuain'in hunharca harcadığı pozisyonlar olacakmış. Bense henüz bundan habersiz, limonlu sodamı yudumluyordum.

Anlayacağınız, tahminlerim tutmadı ve yıllar yıllar sonra kupayı kaldıran Almanya oldu. Bir ara, Löw ve Mesut için sevinir gibi oldum ama Messi'nin evine adımını atar atmaz höykürerek ağlayacağını belli eden yüzünü görünce, derhal vazgeçtim bu histen. Neyse ki 2018 Dünya Kupası var ve %90 orada da forma giyebilecek Messi. Ve belki de, son şansı ya da sondan bir önceki olarak...

İyisi mi final konuşmasını daha da derinleştirmeden, kısa kısa aldığım notlarla, bir solukta geçen 2014 Fifa Dünya Kupasına ve Brezilya semalarına geçiş yapalım, ne dersiniz?



- Bizim için "hoş" olan tek şey, Doğan Babacan'tan tam 44 yıl sonra Dünya Kupasında maç yöneten Cüneyt Çakır ve onun berabere sonuçlanarak biten maçlarıyla, yüzümüzü gülümsetmiş ve bizleri gururlandırmış olmasıydı.

- Yılların şampiyonu İspanya için turnuva neredeyse başlamadan bitti. Ardından üç büyüklerden İngiltere, İtalya ve Fransa da, başlarını öne eğen takımlar arasında yerlerini almayı başardılar.

- Upuzun bir seyahat yolunda hızlıca gitmesi gereken bir aracın patlayan lastiğini onarıp, Brezilya'yı turnuvada "iyi yerlere" taşıyan Neymar, lastikle birlikte patlak verince, seyahat Brezilya için hayal kırıklığından öteye geçemedi.

- "Bir ısırık da ben alabilir miyim"ci Luiz Suarez için bu Dünya Kupası, yüklü bir ceza almasına ve stat kenarından bile geçemeyecek hale gelmesine neden oldu. Uslanmaz çocuk!

- Bizlere, "kötü kaleci yoktur çok iyi şut vardır" dedirten, en kaleci turnuva oldu bu hiç şüphesiz ki. Bu Dünya Kupasında bir köşede iyi kaleciler, öteki köşede ise tek başına dev olan Neuer vardı. Onun dışında Ochao, M'Bolhi, Benaglio, Navas, Bravo, Ospina ve Belçika maçında 19 pozisyonu kurtaran ABD'li Howard, ayakta alkışlandı.

- Elenince gözyaşlarına boğulan, hakkıyla 10 numara kavramını yeniden hayatımıza katan Rodriguez, bu turnuvanın bize kattığı en güzel şey oldu. Ayrıca kullanın sprey tekniği de tarafımızdan oldukça sevildi.


Tüm bu maddeler ışığında, kısaca toparlayacak olursam özellikle de atılan gol sayısı bakımından oldukça doyurucu bir turnuva oldu. Kendi adıma daha şimdiden önce Avrupa Şampiyonasını, ardından da 2018'i iple çektiğimi söyleyebilirim.

Tribün açısından çok canlı olmasa da, eğlenmeye gelen insanları hakikatten eğlendirdiğini gördük. Ömer Üründül yine her zamanki yerindeydi. Ona zaman zaman Ceyhun Eriş, zaman zaman da Fatih Terim yorumlarıyla eşlik ettiler.

Ve böylece bizler de, televizyon karşısında izleyip sempati duyduğumuz takımları desteklemekten bir yanımız buruk olarak bir turnuvayı daha sonlandırdık. Dilerim bir daha ki turnuvada, kaybeden X takıma değil de, kazanan Milli takımımıza seviniriz.

Dipnot: Henüz Dünya Kupası yorumlarımın bitmediğinin, burada sadece kısaca ele aldığımın farkındasınız değil mi? Yani üzgünüm ama sizin için tehlike henüz geçmiş sayılmaz. 



13 Temmuz 2014 Pazar

Şampiyon David Luiz!

İnternette dolanırken, minik bir taraftardan David Luiz'e mektubuna rastladım ve aynen sizinle paylaşmak istedim...


"Merhaba David Luiz,
Benim adım Analuz... Dünya Kupası boyunca Brezilya'nın bütün maçlarını izledim ve futbolunuzu çok beğendim. Üzgün olmaman gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çok iyi oynadın ve elinden gelenin en iyisini yaptın. Sen, harika bir kaptandın. Hayat böyle; insanlar bazen kaybeder bazen kazanır ama insanların sadece mutlu olması gerekir. David Luiz, benim şampiyonumsun.
Analuz Penna Reale"

11 Temmuz 2014 Cuma

Biz 'Fahri' Arjantinliler



Ah benim güzel aklım; şu haftalardır ilk kez serin(!) geçen yaz akşamında, balkona oturup dizüstü bilgisayarımı açmış ve sineklerle delicesine mücadele ederken, futbol yazmak dışında başka bir şey yaptırmaz mısın sen bana?

Dünya Kupası aklımı başımdan aldı benim! Sanırım hayatım boyunca bir başka şeye bu denli heyecan duyamayacağım. Tanıyanlar bilir, bizim lig henüz Nisan'da ipleri çekip Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla sona erince, Haziran'da başlayacak 2014 Dünya Kupasına gün saymaya başladım ben.
Sonra turnuva başladı, ilk bir iki maç harika... Lakin sonra ne olduysa, bir kopukluk yaşadım. Maçlar tat vermiyor, sürpriz takımlar heyecanlandırmıyor, yahu zaten İspanya elenmiş daha ikinci maçtan, e Brezilya desen turnuva açılışını kendi kalesine gol atarak yapmış, Ömer Üründül gitmiş beterin beteri var Ceyhun Eriş gelmiş, daha ne olsun...
Neyse çok bir şey kaybetmeden toparladım yine ben kendimi. Bu kez bir bıkkınlık, bir bıkkınlık ki bende sormayın gitsin! Meğer ne denli sıkılmışım birlik içindeki Avrupa futbolunun pas trafiğinden. Eh doğru doğruya, İstanbul ile yarışır hale geldiler neredeyse...
Oysa zalım futbol çocukları, Avrupa'nın aksine bireyselliğin desteklediği beraberlikle nasıl da götürüyorlardı işi...
Sonuçta olan oldu, yılların intikamı sahada boy gösterecek bir final adı kondu: Arjantin-Almanya! Sevdim ben kendilerini, es geçmeyeyim bu kısmı. Turnuva içinde yer yer Almanya'yı desteklediğim de oldu tabii ama bundaki Mesut etkisi aya uçmaktaydı neredeyse. (Ay'a nasıl uçulur?) Ama zamanın ötesinden beri içimde kalan "abi şu Messi de bi DK görse, ne olurdu!" cümlesiyle 2014 Dünya Kupasına savaş açmış ve Arjantin'in kupayı alacağına inanmıştım.

Sanırım futbolla ilgili şükrettiğim nadir şeylerden biri de, kısa futbolcu şortları zamanında henüz varlık halinde olmamam. Kendimi biliyorum, çok takılırdım ben bu konuya. Zaten şimdi bile durup durup takım formalarını kendine dert edinen biriyim, o dönemde olsa, sevdiğim futbolcuyu sahada 'don' ile görüp kıskançlıktan ölürdüm herhalde.
(E ne yapalım beyler, kadınlar futbol sevince böyle oluyor.)

Yahu ben bu konuya nereden geldim yine...

Oradan oraya koştur koştur gidiyorum ama söyleyecek çok şeyim var. Birçoğunu final sonrasına saklıyorum, neticede ben ne kadar inansam da, temkinli olmakta fayda var. Sonra üstüme yürüyüp dalgalar geçmenizi kabullenemem. Hassasım ben.

Şurada kalmış finale bir gün kadar bir şey... 

Maradona futbolun Tanrısı iken onu izleme fırsatı bulamadım ben, çünkü henüz doğmamıştım. Ama Messi'yi izledim. Ve Messi'ye, futboluna, hayatına, mücadelesine hayran kaldım. Öylesine çok seviyorum ki futbolu, yaşıtlarım ya da hemcinslerim oturup 'pembe dizi' ya da makyaj videosu izlerken, ben Maradona'nın maçlarını izlemeyi seçtim. Pele'ye bir adım uzak duruşum ondan belki de. Kötü bir hayatı vardı  Maradona'nın, ona karşılık harika bir futbolu. Messi tüm bu özellikleriyle, ondan bir iki tişört üstün. (Bu sıcakta gömlek diyeceğimi düşünmediniz herhalde?) Ama yine de, genç yaşında almış olduğu her sembolik ödüle rağmen bu kupayı alamadığı sürece, bir Maradona olamayacak...

Final öncesi, biz fahri Arjantinliler adına geçmişe son bir cümleyle değiniyor ve yarından da aynısını umarak bu içeriği net olmayan yazımı sonlandırıyorum.

"Yıl 1986,  gün 29 Haziran... Almanya-Arjantin maçı, skor bilmem kaç; dakika ise sonlara adım atmış. Alman spiker avaz avaz bağırıyor: "Toni, halt den Ball!" (Toni, tut o topu). Lakin nafile. Arjantin, anasının ak sütü gibi helal bir Dünya Kupasına kavuşuyor."

Dipnot: Beyler müjde! Final maçında Ömer Üründül olmayacakmış. Hadi yine iyiyiz! 

10 Temmuz 2014 Perşembe

Geçen Yine Çok İnanmışım...


Bir inanıyorum, bir inanıyorum, öyle bir inanıyorum ki, söz konusu futbol ve desteklediğim takım değil de başka bir şey olsa bu denli inanamazdım herhalde. Zaten daima da bu sebeple üzülüyorum. 

Her ne kadar üst fotoğraftaki amcayı kupacı Sadri'ye benzetenler olmuş olsa da, açıkçası maç akşamı ben de aynen bu amca gibiydim. Maçın hakkında bir şey söylemeden evvel, bizimkilere değinmek istiyorum.
Yahu nasıl oldu da bir anda hepiniz Brezilya düşmanı oldunuz ve dalgalar geçmeye başladınız? Aradaki boşluğu kaçırdım ben epey bi...
Hiç kimse olmasa Zico, Alex, Deivid hatırına inadına Brezilya dedim. Ben dedim de, onlar benim kadar inatçı değillerdi ne yazık ki.

Neymar'ın sakatlığı bu maçın skorunu derinden etkilemedi bence. Milli marşlar okunurken David Luiz'in elindeki Neymar forması, bana ne kadar hırslı olacaklarının kanıtıymış gibi gelmişti. Lakin değilmiş. 

Neden oldu, nasıl oldu bu skor...

Bilemiyorum. Evet, yanlış okumadınız. Hakikatten bilemiyorum. Aklıma gelen tek şey futbol şansı. Evet, Löw'ün Almanya'sı kilit kırıyor, evet iyi oynuyor, evet ayağa sık paslar yapıyor, evet defansı çok güçlü, evet, evet, evet... Ama bu başka bir şeydi! 
Birkaç metre ötende topla buluşan adamı durduramıyorsan, ona engel olamıyorsan zaten sahaya kaybetmek için çıkmışsın demektir sevgili Brezilya defans hattı.

Neyse, uzun lafın kısası, acayip üzüldüm. Hiç de zevkli değildi bana kalırsa maç. Bunu üzgünlüğümden söylemiyorum, futbol seven her adam benim gibi düşünür. 


Ama zevkin kralı, Hollanda-Arjantin maçıydı!
Konuştuğum çoğu kişi bıkkınlıkla izlediğini söyledi bu mücadeleyi. Bana kalırsa tam tersi, penaltılara gidene dek heyecanını koruyan, kontrollü ama bir o kadar da saldırgan bir maçtı.

Turnuvanın başından beri bin bir umut ve hevesle desteklediğim Arjantin, yüzümü kara çıkartmadı, beni utandırmadı. Belki di Maria olsaydı, skor daha hızlı lehimize dönerdi ama önemi yok, penaltı heyecanı da bambaşkaydı.

Ben sıkıldım arkadaşlar Avrupa futbolundan. Messi'nin elinde yükselsin artık o kupa istiyorum!



Herkesin tek söylediği, yıllar yılı kupaya hasret kalan Almanya'nın 2014 Dünya Kupasını alacağı...
Lakin yine o aynı "herkes" Hollanda-Almanya finali olacak diyordu. Fark ettim, mesajı aldınız.

Ben 13 Temmuzu delicesine bi heyecanla bekleyenlerdenim. 
Hatta diyorum ki, var mısınız iddiasına? :)

Dipnot: Cüneyt Çakır DK boyunca çok güzel maç yönetti, kendisini ve ekibini tebrik ederim; gurur duydum. Fakat keşke bizim ligdeki maçları da bu kalitede yönetebilse...


5 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünya 'Maç Esnasında Sakatlananlar' Kupası


Haksız mıyım?

Bu futbol tutkusu, dünyanın en büyük zevki uğrunda kimleri kimleri kaybettik biz. Anlık sakatlanmalar, pozisyon sonucu oluşanlar, insanlık dışı - düşmanca darbeler yüzünden yaşananlar, kendi kendini sakatlayan çok heyecanlı 'ay ben şimdi napıcam'lar ve dahası, Dünya Kupasını, maç esnasında sıkça sakatlananlar kupasına dönüştürmeyi çok iyi başardılar, ne yazık ki...

Dünkü maçta Neymar'ı kaybettik, turnuvayı kapattı. Bugün de vuruş tekniğinin sıkıntısından, di Maria aramızdan ayrıldı. (Böyle yazınca da, adam ölmüş gibi gözüküyor ama aramız dediğim, turnuva yahu. Anlayın o kadarını da...) Oysaki daha sabah bari Arjantin maçından sakatlık olmasın demiş idim ama bizim şapşal di Maria bunun tersini yapıp beni üzdü... Ne de güzel oynuyordu üstelik! Geçen maç kızdığımın aksine harikaydı... 
Sanırım ben baya etkilenmişim bu sakatlıktan, bu denli uzun yazdığıma göre.

Neyse, ne diyordum?

Arjantin-Belçika maçı...

Garip Belçika futbolu. Erken gelen ve çok güzel bir vuruşla oluşan gol ve sonrasında defansını boşa çıkaran Belçika, hücuma giderken geriyi o kadar boş bıraktı ki, Arjantin ilk yarıda skoru daha da artırabilirdi. Yapamadı çünkü Messi'yi çılgıncasına yere yatırıp üstünden ve ayaklarından üç beş kişinin geçmesi, öncelikle skoru etkileyen en büyük şey oldu. (Düşündüm, şey yerine başka kelime bulamadım. Üzgünüm Messi!)

İkinci yarıya değinecek olursam, en başında ilk yarıdan daha kötüye dönüşen futbolu, ilk yarıdaki tek golün sahibi Higuain'in direğe takılan pozisyonu, maçın en heyecanlı anlarından biriydi hiç şüphesiz ki.

Oyun dışında söylemek istediğim şey şu, iyi ki Arjantin taraftarları var. Çünkü onlar Dünya Kupası turistik bir seyahat olmaktan çıkarıp, kıyasıya futbol mücadelesi tadında bizlere yaşatıyorlar. Tribünde yükselen sesleri, maça müdahale etmeleri ve dahasıyla, turnuvanın tribündeki en güçlü yanı olmayı başardılar.

Konudan çok bağımsız olsa da söylemeden edemeyeceğim, hakemlerin sıkmış oldukları spreyler bende olsa, saha ortasına neler yazardım kim bilir... 

Neticede, istemiş olduğum gibi yarı finale yükselen Arjantin oldu. Yalnız, farkında mısınız? Dünya Kupasındaki son maçların tamamı neredeyse aynı. Favoriler iyi oynayıp bir gol atıyor, rakip takım da son altı-yedi dakikada iyi oynayan birçok pozisyon kaçırıyor ve haydi hepimiz ona üzülüyoruz!

Ciddiyet önemli şey... 
Mesela, son dakikalarda forvette oynayan Van Buyten gibi.
Ve sahada neredeyse hiç gözükmeyen Messi ve son dakikada "Messi de insanmış" dedirtecek kadar imkansızı kaçırdığı pozisyon...

Söyleyeceklerim bu kadar arkadaşlar, dağılabiliriz!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...