Elinizin kaleme gitmediği oldu mu hiç? Anlatamadığınız hissettiklerinizi. Sırf bu sebepten sayfalarca sustuğunuz… Bahanelere başvurup, vakitsizliğe sığındığınız..
Ama gerçektir bu. Bazen kaleme gitmez el. Yol uzun gelir, engeller aşılmaz. Yokuşun başında beklemek, yokuşu çıkmaktan daha zordur. Ama nereden başlayacağını da iyi bilmeli…
Belki de Chelsea maçından sonra, unutamayacağım en önemli maçtı bu. Türkiye’nin rengini bilmeyen dörtte üçüne haddini bildirmek, öyle kolay değildi bu kez.
Hırs vardı sahada, nefret kramponlarda. Orta yuvarlakta belirsiz bir döngü..
Biz bizeydik bu kez. Biz kim miydik? İnanan, savaşan, güvenendik. Biz Fenerbahçe’ydik.
Bu ateşi üflemekle söndüremeyenler, paçalarının tutuşmasından korkuyordu. Çocukken çamura düşüp, çamura bulanan ellerden daha kirliydiler oysa. Beyazı da kirletmişlerdi kendileri gibi. “Aklanmak” demişlerdi adına. Utanmadan, ellerine temiz su bile değmeden üstelik. Sözlüklerde yazan ‘adalet’ yine sözlüklerde kalıyordu.
Bilmiyorlar ki ne vakit sonra “her yer” dar gelecek onlara. Bıyık altı gülüşmeleri sonlanacak. Dizlerde olması gereken kan gözleri kaplamışken, dostluk uzak kalıyordu “her yere”.
Trabzon maçını yazamadım, evet. Bir başka duygularla, bağıra bağıra gelen hıçkırıklarıma takıldı sözcüklerim. Anlatamadım hissettiklerimi…
Maç dönüşü içimde belli belirsiz huzur, gözlerimde yaş ve adımlarımda yağmurla tekrarlıyordum aynı şeyleri. Boynuma dolanmış atkımı tutuyordum sıkı sıkı. Güç alıyordum kendimce. Başım yastıkla buluştuğunda hıçkırıklarımdan kurtulan kelimeler gibiydi her şey…
Kitap da diyordu ya hani, “Allah sabredenlerle beraberdir”.
Sabrediyorum işte…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder