Bucaspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bucaspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2012 Pazar

Şike Yaptım



Açık itirafımdır buradan herkese, şikeyi ben yaptım.

2010-11 sezonunun ilk yarısında ve her maçta, an be an çöküşü yaşadım. İçim acıdı, içimi yine Fener acıttı. Sonra vakit geldi ikinci yarıya ve her şey, adım adım renk değiştirmeye başladı.

Sebebi bendim bu değişimin, şikeyi ben yapmıştım.

Gaziantep maçıydı.

Muazzam bir oyun golle sonuçlanmadığında ne olur bilirsiniz. İnanamazsınız gol olmadığına, lanet edersiniz belki de şanssızlığınıza. Ama beklenen gol gelmez olur.

Şampiyonluğa giden son maçlar tehlikelidir. Antep maçında, o tehlikeyi tribünde yaşadım ben.

Dakika doksandı, uzatma yeni verilmişti. Migros Üst’ten Stoch takıldı gözüme. Bana göre asırlar süren bir vakit Stoch’a baktım. “Yaparsın be oğlum” dedim. Yapamadı. Sonra dayanamadım, şike yaptım. Farkında olmadan ağlıyordum. Gözlerimi kapattım, “Geleceğimi al ama bu maçı bize ver” dedim. Bir dakika geçti ya da geçmedi; tamı tamına 90+4’te Andre haykırdı. Goldü. Yanımda kim olduğunu hatırlamıyorum. Ağlayıp bağırıyordum sadece. Bir de sarılıyordum adını bile bilmediğim, sevdamızın bir olduğu tribün kardeşlerime.

Sonra vakit geldi Bucaspor maçına. Maç öncesi takımdan bir arkadaşımla konuştum. “Buca kolaydır, alır gelirsiniz” dedim; çok güvendim en başından.

Bu kez her zamanki deplasman geleneğimden vazgeçip dışarıda izledim maçı. Goller oldu ilk yarı, ardı arkası kesilmeden geldi. Bucaspor atıyor, Bucaspor alıyordu. Avuçlarım acıyordu, biraz daha zorlasam kanayacaktı belki de.

Durup düşünecek vakit yoktu. Devre arasında oturduğum mekândan kalkıp eve gittim. Karar vermiştim işte, şike yapacaktım yine. Eve girdiğimde dakika altmıştı, babam inancını kaybetmemişti. Oturdum yine camın yanına, bu kez avuçlarımı değil, atkımı sıkıyordum. Tüm gücümle… Biliyordum işte alacaktık maçı. Ben bunları düşünürken gol olmuştu. Bir tane daha ardından. Yetmiyordu ama.

Ya yeterince bağırmıyordum ya da bağırmaktan artık sesim çıkmıyordu. Biraz nefes almamı söylüyordu babam, o inanıyordu, alacaktık bu maçı. Sahi, nefes nasıl alınıyordu? Ellerimin titremesine sebep olan gol Guiza’dan geldi. Bambaşka bir şikeyle daha, maçın alınmasını sağlamıştım. Uyuyamıyordum heyecandan, ellerim titriyordu hala; avuçlarım yanıyordu. Ne vakit sonra fark ettim, yeniden nefes alabiliyordum.

Öyle zor anlarda, öyle güzel kurtarışlar yapmıştım ki. Evet, artık emindim. Şampiyonluğu ben kazandırmıştım.

Tribünden sahaya ulaşan sesimle, akıttığım gözyaşlarımla, ettiğim dualarla, pankart hazırlamak için uykusuz geçirdiğim gecelerimle, maç dönüşü geçirdiğim hastalıklarla, hiç durmadan sayıkladığım ismi ve daha nicesiyle, şampiyonluk için en büyük şikeyi ben tribünde, ben evde, ben Fenerium’da, ben deplasmanda, ben Samandıra’da yaptım.

Şimdi bırakın Aziz başkanı bir kenara, gerçeğin farkına varın.

Asıl şikeyi 30 milyon taraftar, omuz omuza biz yaptık!


24 Nisan 2011 Pazar

Biri Kaybetmek Mi Dedi?


Ligin otuzuncu haftasında, kazanıp kaybetmeye oynayan iki takım vardı. Ne ezeli rakip onlar, ne de aralarında herhangi bir anlaşmazlık var. Trabzonspor ve Fenerbahçe, ligin otuzuncu haftasında, koskoca Süper Lig’de kazanıp kaybetmeye oynayan iki takım. Evet, diğerleri ligden düştü, tutunma çabası bile gösteremeden tekerlenip gittiler. Galatasaray bir galibiyet ve bir beraberlik ile neredeyse şampiyon olacaktı. Beşiktaş’ın ne yaptığını ya da amacının ne olduğunu anlamıyorum. Bursaspor ise, ah affedersiniz beşinci büyük, beşinci şampiyon diyecektim, bu sezon üçüncü olabilmek için çırpınıyor. Bu yoğun tempolu maratonda, Trabzonspor hayati önem taşıyan bir puanı Eskişehir’in canım toprağında bıraktı. İyi futbol her zaman sonuç getirmiyor, Eskişehir maçında da buna şahit oldu Es-Es taraftarları. Niye böyle söylediğimi, maçı izleyenler daha iyi anlayacaktır. Zira öyle güzel ve öyle inançlı oynadı ki, Eskişehirspor futbolcuları, mutlak galibiyet avuçlarından kaçtı diyebilirim.


Gelelim haftanın ve belki de ligin en önemli maçına. Bakıldığında, Fenerbahçe için sıradan bir deplasman maçı olarak gözükebilir. Ancak Bucaspor maçı, Bursa’yla oynanan maçta kaybedilen iki puanın “artık” bir etkisinin kalmadığını gösterecekti. Kısaca maçtan bahsetmek istiyorum ben.

İnsan canı yandığında daha çok savaşır ya da acısına katlanamayıp pes eder. Bu akşam sahadaki Fenerbahçe, daha fazla savaşmayı seçen taraftı. Eğer bu maçı alamasaydı ve hatta mağlup olsaydı, şampiyonluğu gerçekten istemediğini düşünecektim. Öyle ki bu maçta kaybedilecek puan, tüm lig boyunca koşup ağları bulan gollerimizi hiç değerinin olmadığını düşündürecekti bizlere. Ama öyle olmadı…

Maça iyi başlayan ev sahibi takım oldu. İyi başlangıcının sonucu olarak da maçın henüz on beşinci dakikasında golü buldu. Bu golden yalnızca iki dakika sonra Emre hayatının en güzel golünü atarak skora eşitlik getirdi. Bu golden bilmem kaç dakika sonra, hayatımda ilk kez duyduğum ismi taşıyan Abdülkadir, hiç olmadık bir gol atarak devreye takımının 2-1 önde girmesini sağladı.

İkinci yarının başlangıcında, ilk ikisi kadar basit bir golü yine Abdülkadir ağlara gönderdi. Bu golden sonra Aykut Kocaman kritik bir değişiklik yaparak Caner’i maçtan aldı. Maça giren Stoch, sahanın canlanmasını sağladı. Ve ardından, hiç sevmediğim halde sürekli olarak “hayat kurtaran” konumunda devreye giren penaltı atışı. Alex’in kendine has vuruşuyla, fark bire iniyor. Henüz sahneden inmeye niyeti olmayan Alex, kafa golüyle skora yeniden denge getiriyor. Ancak maç hala bitmemişken Aykut Kocaman belki de yapabileceği en tehlikeli değişikliği yaparak orta sahadan adam alıp, forveti güçlendiriyor. Maça giren kim mi? Bu sezon ilk kez oynayacak olan Guiza. İlk kez sahaya çıktığı sezonda, 7 dakika o sahada kalan Guiza, maça girer girmez belki de Fenerbahçe’yi şampiyon yapacak golü atıyor. Golden sonra kendini kaybedip taraftara koşan Guiza’nın gol sevinci yalnızca onu değil, ekran karşısında çıldıran biz taraftarları da gözyaşına boğdu…

3-1’den 3-4’e gelip, son dakikaların adamı Andre Santos’un müthiş golüyle de maç 3-5 bitiyor ve Fenerbahçe tarihinin belki de en zor maçından galibiyetle ayrılıyor.

Okunu atmaya hasret Guiza, dünyanın en iyi kanat oyuncuları arasındaki Gökhan Gönül, görev yerinde devleşen panter kaleci Volkan Demirel, gemisini kurtaran kaptan Alex, bizi bu yerlere getirip zaferlerle yüzümüzü güldüren Aykut Kocaman ve diğerleriyle birlikte, zorlu ligin zorlu haftasını da galibiyetle geride bıraktık.

Biri kaybetmek mi dedi? O bizim lügatimizde yok beyler!

Önümüzde Trabzonspor’un Antep maçı var. Bu maçta büyük ihtimalle üçüncü kalecisini sahaya sürecek. Yaralarına bir yenisini mi ekleyecek yoksa şampiyonluğun hiç de kolay olmadığını mı gösterecek bilmiyorum. Fenerbahçe maçı alır ya da alamaz. Bu hafta maç kaybetmedik ya, şimdilik fazla bir şey düşünmek istemiyorum.

Bir gün maç izlerken öleceğim. Heyecandan, sevinçten ya da üzüntüden… Bana tüm bunları yaşatan Fenerbahçe’ye nasıl teşekkür etsem azdır, iyi ki varsınız!



2 Ekim 2010 Cumartesi

Baros Yoksa Ben de Yokum!


Spor Toto Süper Lig’de 7. Haftanın açılış maçları Cuma günü, Bucaspor-Eskişehirspor ve Kardemir D.Ç. Karabükspor-Galatasaray arasında oynandı. Ben bu maçlardan Galatasaray’ınkine değinmek istiyorum ufaktan, sinir kat sayımı çok da yükseltmeden…

Öncelikle yazıma isim olan başlığa açıklama getirmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta oynanan maçta Baros’un iyinin çok üstündeki performansını görünce, kesinlikle Galatasaray’ın ona hala ihtiyacı olduğunu düşündüm. Öyleyse dedim, bu maçı da taraftarmışçasına izle Arzu; hazır o sahada çok da sevimli bulmadığın Arda da yok, bak bakalım nasıl oluyormuş diye… Sahiden de öyle yaptım. Oturdum televizyon karşısına, bir G.saray taraftarının yerine koydum kendimi. Yazının başlığındaki “ben de” derken, G.Saray taraftarını temsil etmeyi amaçlıyordum aslında.

Karabük maçının Galatasaray için, Kasımpaşa ve Fenerbahçe arasında oynanan maç tadında olacağını düşünüyordum. Hatta Karabüklü Cernat’ın 2. Dakikada kazanıp attığı o sevimsiz penaltıdan sonra bile fikrim değişmedi. “Maç 90 dakika” , “top yuvarlak” klişelerini bile kullandım Hakan’ın ayağından gelen 2. Golden sonra. Niye ve nasıl güvendiğimi bile anlamadım oysa… Maçı izleyenler hak verecektir, Galatasaray’ın ilk yarıda tek bir pozisyonu bile yoktu!

Maç esnasında Galatasaray’ın fazla fanatik taraftarı olan arkadaşım Orçun ile sürekli iletişim halindeydik.Tutkunu olduğumuz takımlar farklı olduğundan, kendi "futbolumuzu" ve takımlarımızı tartışırız sürekli. Akşamki maçta ise hemen hemen aynı cephedeydik diyebilirim.İlerleyen satırlarda buna yine değineceğim.

İkinci yarıya geçersek, G.Saray’ın ilk pozisyonu altmışıncı dakika dolaylarında Pino’nun geliştirdiği atakla oldu; ancak topla buluşan Misimoviç kötü gününde olmuş olacak ki gayet uygun olan pozisyonda topu ağlarla buluşturmayı başaramadı. Sinirden çıldırırcasına bağırdım ama ne fayda! En nihayetinde yakaladığı ikinci pozisyonda Barış ile golü bulan taraf Galatasaray oldu da, derin bir “beraberlik geldi gelecek” nefesi aldık.

Evet, ben kendimi öyle kaptırmışım ki maça, gelen golle beraber sevinç çığlığı attım. Golün ardından oyuna dâhil olan Sabri ile futbol arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Tamam, iyi güzel oynadı ama o son dakikalarda yaptıklarıyla kalbim nasıl durmadı diye hala şaşırıyorum! “Sabri, Sabri, Sabri…” diye bağırmaktan beter oldum! Aytekin Durmaz da bu maçta biraz taraflıymış gibi geldi bana. "Yok canım, Karabükle ne ilgisi var adamın?!" diyecek oldum ama düşüncelerimi dış sesle yansıtmadım...
Zaten teknik adam Frank Rijkaard zor bir dönemden geçiyor, bu yüzden takıma ve ona çok fazla yüklenilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Neyse, sonuç olarak maçı K.Karabükspor 2-1’lik bir skorla alarak ligdeki puanını 13’e yükseltti ve G.Saray’ın önüne geçti. Cimbom günden güne kan kaybediyor, taraftarın için acıyor arkadaşım! Benim için hava hoş, Fenerbahçeliyim ezelden. Ama bu, futbol zevkimin önüne geçeceği anlamına gelmez. Dilerim ligdeki tek kan Beşiktaş olmaz da, biraz heyecan gelir…

Ne diyordum? İşte benim o taraftar arkadaşımla, Sabri’ye etmediğimiz laf kalmadı. Kızdık, sövdük, saydık, döktük… Misimoviç hayal kırıklığına boğdu, Barış nefes kesti, Pino kafayı yedirtti, Baros üzdü, Arda kendini arattı derken bu maçı da geride bıraktık. Bu maç Karabükspor için önemliydi elbet, zira tarihlerinde ilk kez sarı-kırmızılı ekibe karşı bir galibiyet kazandılar.

Son olarak diyorum ki, Baros yoksa ben de yokum arkadaşım!

Dipnot: Futbolunu da al, git Sabri, kızıyorum artık sana fazlasıyla!

Dipnot2: Fenerbahçe’nin maçı içinde korkmaya başlamadım dersem yalan olur. Totem yapalım, hepimiz susalım bu maç için, ne dersiniz?

Unutmadan, Buca ve Eskişehir 0-0’lık bir skorla berabere kaldılar…




25 Ağustos 2010 Çarşamba

Üç Büyüklerin İkinci Hafta Alarmı


Spor Toto Süper Lig’de Pazartesi günü oynanan maçlarla ikinci haftayı da geride bıraktık.


İlk haftaya Sivas deplasmanındaki yenilgiyle gözlerini açan Galatasaray için durum ikinci haftada da değişmedi. Geçen sezonun şampiyonu timsahları evinde konuk eden sarı-kırmızılı ekip, ne yazık ki garip futbollarıyla Bursa’ya boyun eğmek durumunda kaldılar. Futbollarının çok da göz doldurmadığı iki takımdan, lige iyi başlangıç yapan Bursa oldu. Henüz ligin çok başında olmamıza rağmen bu başlangıcın Galatasaraylı taraftarları üzdüğünü söyleyebilirim.

Ligin açılışını İzmir’de yapmış olan kartallar, ligin yeni takımı Bucaspor’un konuğu olmuşlardı. Beşiktaş açısında oldukça kolay bir maçın ardından, ilk hafta evine 3 puanla döndüler. Tırnak içerisinde söylüyorum, Bucaspor’un futbolunu es geçemeyeceğim. Zira lige yeni gelen diğer takımlara göre gayet de iyi oynadığını gördüm. Dilerim ilerleyen zamanlarda İzmir’in çocuklarını ligde eserken izleyebiliriz. İkinci haftaya dönersek, Beşiktaş yine “kolay” sayılan bir rakiple, İstanbul B.B. ile kendi evinde oynadığı maçtan, yenilgiyle ayrıldı. Bu yenilgiyle çok da sarsılmayan kartallar, üçüncü haftada bunu telefi edeceklerinin sinyalini verdi…

Gelelim ligin golü en bol maçına. Hangisi mi? Tabii ki Trabzonspor-Fenerbahçe maçından bahsediyorum. Maçın hikâyesi güzel, öncesi güzel olmasa da… Öncesi dediğim, Trabzon’la oynanan son iki maç Fenerbahçe’nin en büyük hayal kırıklığıydı. Dillere destan, eleştirilere kapak olmuştu… Maçın hikâyesine gelince: Gün boyu Biz Bıyıksızlar’dan 7 hatun bir aradaydık. Güzel güzel sohbetlerimizi yapıp, ligin mini değerlendirmesini yaptık, bir de güzel eğlendik! Saatlerin 20,30’u göstermesiyle Taksim’de bulduk kendimizi. Masamıza oturmuş, rahat rahat futbolumuzu izliyoruz. Yanlış anlaşılmasın içimiz değil, duruşumuz rahattı. Zira Trabzonspor maçı bu, şakaya gelmez! Başta kalede genç yetenek Mert’in olmasını eleştirenlerin karşısında dursam da, yediğimiz ilk iki golden sonra yanlarına sokuldum… Kabul edelim, üzerindeki sorumluluk ağırdı… Ligin en göz dolduran futbolu ise bu maça aitti. “Başını çevirsen, gol pozisyonunu kaçıracaksın” tadında bir maçtı. Bağrışmalar, sinir-stres, hüzün ve sevinç içinde sonlandı maç. Trabzonspor kendi evinde gollerden birinin Fenerbahçeli futbolcunun kendi kalesine atışından gelen 3-2’lik bir skorla mağlup etti. Fenerbahçe’de maçın en beğenilen adamı hiç şüphesiz Stoch-Niang ikilisiydi.

Hazır üç büyükler ligin ikinci haftasında alarm vermişken, Anadolu takımlarından bir atak bekliyoruz. Söylemeden geçmeyeyim, hafta içi oynanacak olan maçlarda takımlarımıza güvenimiz tam bir şekilde, başarılar diliyorum…

 
Bıyıksızlar!

17 Ağustos 2010 Salı

Her Sezon Aynı Başlangıç

90 günlük aranın ardından Spor Toto Süper Lig heyecanı yeniden başladı. Bu kez baştan başa yenilenmiş haliyle çıktı karşımıza. Yeni sezon heyecanı Galatasaray’ın hayal kırıklığı, Guti’nin dillere destan performansı, Eskişehirspor’un taraftar coşkusu, Bucaspor’un direnci, Trabzonspor’un formda oluşuyla zorlu bir ligin bizleri beklediğinin ilk sinyallerini verdi. Ama ben şimdi tüm bunları bir kenara bırakıp Fenerbahçe’den bahsetmek istiyorum.

Sezonun ilk maçını seyircisiz oynamak moral bozukluğuna sebep olacaktır diye düşünüyordum. Fakat Fenerbahçe açısından hiç de öyle olmadı. Antrenman maçı yapıyormuşçasına rahat oynadılar. MP Antalya’nın savunmasındaki boşluğun da bunda payı oldukça fazla tabii. Fenerbahçe takımını uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar rahat gördüm diyebilirim. Adeta Saraçoğlu’na Barcelona gelmiş, bizim çocukların formasını giymiş gibiydi. Maçı ilk 30 dakikada attığı 4 golle tamamlayan sarı-lacivertli ekip, attığının iki katı kadar golü de kaçırdı. Sezona iyi başlamanın verdiği sevinç ile Paok maçı hazırlıklarına başlayacak olmaları bir avantaj tabii onlar için. Ancak bu durum taraftarları yanıltmasın. Zira Fenerbahçe bu, olmaz denileni oldurur, daha adını hiç duymadığımız takımlara bile yenilir (!)

Benim asıl kaleme almak istediğim, Aykut hocanın Fenerbahçe’de başlatmış olduğu forma kapma yarışı. Bildiğiniz gibi güçlü bir kadrodan oluşan Fenerbahçe takımında her konuma neredeyse ikiden fazla aday var. Hal böyle olunca, futbolcular da kendilerini ispatlayıp formayı kapabilme yarışına girdiler. Üstelik buna kaleciler bile dahil. Bu durumun takımın lehine olduğunu söylemeden geçmeyeyim.
Şimdilik her şey tozpembe. Bir golcü daha geldi, sezonun en gollü açılışı yapıldı, futbolcular bir hayli istekli falan. Ancak hafta içi oynanacak olan Paok maçı ve ligin ikinci haftasındaki Trabzonspor deplasmanı taşları yerinden oynatabilir. Bu durum da bana da, Fenerbahçe’nin Barcelona versiyonunu devamlı olarak sahada görmeyi dilemekten başka bir şey düşmez. Bekleyip göreceğiz.

Dipnot: Lugano’nun forma giymesiyle savunmadaki o boşluk nasılda kapandı, gördünüz değil mi?

T ı k L a

15 Ağustos 2010 Pazar

Spor Toto Süper Lig 2010/11 Sezonu


Spor Toto Süper Lig dün oynanan 4 maçla sezonun ilk yarısını açtı. Oynanan ilk maçlardan edindiğim izlenimlere göre sert bir sezon olacak.
Lige Sivas deplasmanında kötü başlayan Galatasaray, bütün okları kendine çekti. Bu sezon için Galatasaray'ın kadrosunu beğenmediğimi zaten söylemiştim. Bu maçta üstüne tuz biber oldu. Üstelik maçı ilk yarıda attığı golle 1-0 önde götüren sarı-kırmızılılar, Sivas deplasmanında 5. kez puan kaybıyla evine döndü.
Galatasaray maçının çirkinliklerinden çok fazla söz etmek istemiyorum, izleyen bilir. Ama şuna değinmeden geçemeyeceğim, Rijkaard dün yapmaması gereken o kadar çok hata yaptı ki, onu kim kurtarır bilemiyorum!
Maçın skoru: Sivasspor 2 - 1 Galatasaray

Herkesin büyük bir hayranlıkla izlediği Beşiktaş maçına gelelim. Başta İzmir'in gururu Buca'nın lige çıkmasından duyduğum büyük sevinci belirteyim. Yolum İzmir'e yeniden düşerse ya da Şükrü Saraçoğlu'nda ağırlarsak İzmirlileri, gidip bizzat izlemek istiyorum maçı!
Beşiktaş'a gelince, hiçte keyifle izlemedim maçı. Maçta tek beğendiğim kaleciler oldu. Q7'nin topu sürekli sağdan soldan üstten dışarılara atmasından deli oldum diyebilirim. Lige 3 puan alarak başlaması iyi oldu yine de, ben futbolunu beğenmesem de. Beşiktaş'ın tek golünü Bobo kaydetti.
Maçın skoru: Bucaspor 0 - 1 Beşiktaş

İtiraf edeyim, diğer iki maçı izlemedim yalnızca özet görüntüleriyle yetindim. Bu nedenle pekte bilgi sahibi değilim. Eskişehir'in maçına özendim, ne yalan söyleyeyim. Işıkların birden sönmesiyle taraftarın telefon ışıklarıyla sahayı aydınlatmasından çok hoşlandım. Aynı görüntüyü bizim Saraçoğlu'nda da istiyorum!

Ee artık yeni sezon başladı. Bakalım bu sezon kimler için iyi, kimler için fena geçecek, hep birlikte izleyip göreceğiz.

Ps: Akşam için susuyorum!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...