1 Eylül 2014 Pazartesi

Lig Başlayınca Değişen Hayat

Sizce de çok özlememiş miyiz bu çocukları?

Cumadan gelen maç günlerini, iyisini kötüsünü, maç sonu kanal kanal dolaşıp program yorumlarını dinlemeyi, kimisine kızıp kimisine hak vermeyi, skoru sevip oyundan memnun kalmamayı ya da tam tersini...
Kısacası, özellikle de kendi adıma konuşacak olursam, hakikatten epey özlemişim futbol dolu günleri.

Elbette bu yıl çok acı çekmedik, sağ olsun Dünya Kupası doyurdu biraz bizi. Ama lig başka şey. Kendi canından kanından ligi izlemek apayrı zevk, heyecan...

İlk haftanın günahı olmaz, evvela bunu diyeyim. Yani şu takım bu skoru almış, öteki onu yapmış falan biraz yavan kalır her ne olursa olsun... Ama tabii ki de ilk hafta kayıplarının acısı lig sonlarında bir iki puana muhtaç kalınca çıkar ama yine de, özellikle saha içi performansı açısından ilk üç hafta sabredilmeli diye düşünüyorum ben.

Yine de tüm bu söylediklerime rağmen lig hızlı ve üç büyükler açısından beklenen şekilde başladı, bu iyiye işaret olabilir, bilemiyorum. Tek bildiğim, daha doğrusu tek tahmin edebildiğim ligin bu yıl epey kızışmalı ve heyecanlı geçeceği. Bu da işte, tam istediğimiz şey.

Bu yazımı uzun tutup, tek tek takımlara değinmek istemiyorum.

Galatasaray maçını izleyemedim, diğerlerine ufak ufak da olsa bakabildim. Dünya Kupasından gelen bir düzenle, kalecilerin parladığı ilk maçlar oldu herkes açısından. Sevdim ama her şekliyle, yine söyleyeyim.

Lig başladığına göre bizlerin de, fikstüre endeksli hayatları yerine gelmiş oldu böylece.

Hayırlı, uğurlu, bol çekişmeli az kavgalı, harika bir lig olsun!
Seyir zevki tavan yapsın! :)

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Bu Fenerlilere Ne Oluyor?

Blog sayfamı açıp, özellikle futbol odaklı yazılar yazmaya başladığımdan beri, kalemimden geldiğinde objektif olmaya çalıştım. Tarafsız olmakla objektif olmak birebir aynı şey değil bence, o yüzden özellikle objektif kısmına vurgu yapmak istiyorum. He ne kadar başarılı oldum, o sizin takdirinize ve bakış açınıza kalmış, bilemem...

Lakin şimdi, bu yazımda, hiç de tarafsız olmayacağım. Bizzat benimle aynı renge gönül verenlere, Fenerbahçelilere yazacağım bu yazıyı, izninizle...

Süper Kupa maçından sonra birtakım sosyal paylaşım sitelerinde güncellediğim durumlara epey tepki aldım. Galatasaraylılardan iyi, Fenerlilerden kötü... Amacım bir tarafın beni iyi görmesi vs değil. Kusura bakmayın ama bununla ilgilenmiyorum. Birileri mutlu olsun diye de yazmıyorum. Ve kim ne derse, ne düşünürse düşün, bugün bu yazıya gördüğümü, hissettiğimi yazacağım.

Arkadaşlar ne oldu bize, size? Ne zamandan beri hataları görmez olduk? Ya da gördüğümüz hataları dile getirince 'hain', 'çakma Fenerli' sıfatını alır olduk? Ne istiyorsunuz, anlamıyorum ki... 

Maç içinde değil gol pozisyonuna girmesi, nabzımı bir tık arttıracak, heyecanlandıracak herhangi bir hamlede bile bulanamayan Sow'a, Emenike'ye kızamayız mesela. Haşa! Olur mu öyle şey! Fenerbahçe'den büyük canım onlar! Bedavaya oynuyorlar ya. Yaptıkları her yanlışta sırtlarını sıvazlamaya, arkalarından besteler yazmaya devam ederiz biz, mühim değil. Kaybeden Fenerbahçe nasılsa...

Hele Volkan'a laf etmek mi? Amanınn! İmkansız! Yahu siz aklınızı mı kaçırdınız?
Bu performans ve yaştan sonra futbol adına özel bir yerlere gelemeyeceğini, hatta taraftarlarının büyük çoğunluğunun artık kaleyi ufak ufak Mert'in almasını istediğini bilen ve bizim 'ateşli' her bir şeyde alev alan tribünlerimizi ve taraftarlarımıza oynamayı seven Volkan'a nasıl olur da laf söyleriz?

Ya da diğerlerine...

Şimdi siz zannediyorsunuz ki, biz Volkan'a kızdığımız için Melo'yu haklı buluyoruz ya da savunuyoruz. Mesele bu değil arkadaşlar. Mesele, Volkan gibi spor ahlakından ve Fenerbahçe'yi temsil etmekten uzak bir adamı, körü körüne savunuyor olmanız. Dünya üstünde tek Fenerbahçeli bile bulamazsınız ki, Melo'ya sempati duysun. Yani iş Galatasaray, Beşiktaş, Bursa falan değil.

Yok Volkan çok hırslıymış, taraftar olarak oynuyormuş. Oynama kardeşim! Profesyonelsin sen, işini yap. Biz sahaya inip maça müdahale ediyor muyuz? Etmiyoruz. Öyleyse sen de daha fazla tribünlere oynama!

Volkan'ı o kadar çok seviyordum ki, o kadar olur. Kaleden eli emeği eksik olmasın, her daim giysin formamızı derdim. Ama son yıllarda çok bozdu kendisini.
Maç esnasında duymadığı laf kalmayan Caner'e bakın, o yapıyor mu aynısını? Yapmıyor. Amacım kesinlikle kıyaslama değil ama bulunduğun yeri, mevkiyi, giydiğin formayı, adamlığı ve en önemlisi de haddini bileceksin!

Değil Volkan, Neuer gelse değişmez bu.

Futbol bir tek Türkiye'de yok arkadaşlar. Sadece size küfredilmiyor yani. En basitinden ben, en ufacık bir yazı yazdığımda kaç tane küfürlü yazı düşüyor mail'ime. Aynı şey olmayabilir ama paralel. Herkes işini ahlakıyla ve gerektiği şekilde yaptığı müddetçe hiçbir sorun çıkmaz.

Melo'yu konuşmak bana düşmez. Onu konuşmama gerek bile yok zaten, her şart ve durumda kendini belli ediyor. Ben kendi takımıma, ona katkı sağlayanlarına ya da köstekleyenlerine bakarım.
Eleştirmek en büyük ve en tabii hakkım. Sırf siz kendinizi 'daha çok seviyor' olarak göstereceksiniz diye, yanlış gördüğümü söylemekten bir adım dahi geri durmayacağım.

Benim sonsuz sevgim Fenerbahçe'ye. Elbette forma giyen adamlara da saygım ve sevgim mevcut. Lakin nasıl daha kaç hafta önce Ersun Yanal'a saygı duyuyorduysam, şu an yerini İsmail Kartal'ın almış olduğu gibi, Volkan ve takıma diğer yakışmayan hadsizlerin de, Fenerbahçe menfaat ve iç huzuru için elbet yerini alanlar olacaktır...


25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Futbolcu Nasıl Kahraman Olur?



Olmalı mıdır ya da? Asıl soru budur belki de, bilemiyorum.

Arkadaşlar biz futbolu, futbolcuları ne olarak görüyoruz? Ya da onlar sahadayken kendilerini ne zannediyorlar?
Aslında öyle sinirliyim ki, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanıyorum doğrusu. Bir hatam olursa, şimdiden affola...

Güzel bir organizasyon niyetiyle başladı Süper Kupa derbisi. Gelirinin Soma'ya gidecek olması bir yanımıza, "futbolda hala insani değerler varmış meğer" dedirtti üstelik. Lakin biz Türkiyeliler, insaniyeti kaybedeli çok olmuş ne yazık ki...
Maçı "kendimce" değerlendirmeye geçmeden evvel, futbolu futbol yapan o asıl kıymeti, özü kaybeden futbolcu ve taraftar bozmalarından biraz söz etmek istiyorum. Dilimden binlercesi haykırsa da bu akşam buraya, hiçbir kötü söz yazmak istemiyorum... Soma için.

Evvela top Caner ile buluştuğunda, kendini önce taraftar sonra belki de tamamen kazara "erkek" zanneden bir kesimin Berkay diye tezahürat yapmasına ne diyoruz?
Ya da annesi tarafından doğurulmayıp -çok affedersiniz- sıçılan birtakım Fenerbahçeli ve Galatasaraylı densizlerin sahaya yabancı madde atmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Peki ya sonra, kendisini futbolcu zanneden ve üstüne üstlük "milli kaleci" olan Volkan Demirel'in yaptığı, halı saha maçına çıkan 18'lik çocuğun yapmayacağı o hareketi yaptığında ne hissettiniz?

Ben nefret ettim. Türkiye'deki futboldan, takımlarından, futbolcularından, taraftarlarından... Ya da kendilerinin bu sıfatlardan herhangi birine ait olduğunu zanneden o insancıklardan nefret ettim.
Erman Toroğlu onlarla çılgınlarcasına dalga geçtiğinde, söylediklerine bile güldüm! Ne derece nefret ettiğimi anlamışsınızdır sanırım.

Çünkü bunlar, sahaya bir şey attıklarında taraftar, adam, insan olduklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar taraftarlığı, üç beş kuruşu zor denkleştirerek gittiği deplasman maçından, en azından bir iki yerinde çizik olmadan dönünce, erkeklikten yoksun sayılacaklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar işsiz, çünkü bunlar sevgisiz yetişmiş, sevgisiz büyütülmüş. Bir takımı, bir rengi sevmenin kutsallığını asla ama asla öğrenemeyecek zavallılar bunlar. Yazık ki bunlara ceza vermeyen, bunları tespit edemeyen TFF'ye de, takım yönetimlerine de!

Maça dönecek olursam...

İki takımdan da bir şey olmaz arkadaşlar bu yıl. Ne Fenerbahçe dördüncü yıldızını takabilir ne de Galatasaray.
Maçın oyuncusu seçilen Muslera, takımın en iyisiydi. Ardından onu takip eden ilk ve son kişi de Semih oldu.
Yasin'in amatörlüğü şu an değil belki ama profesyonel bir Galatasaray'da epey sırıtır, benden söylemesi. Bana kalırsa Galatasaray bu sene, ikinci Rijkaard dönemini yaşayacak.

İsmail Kartal ise belli noktalarda Fenerbahçe'ye yarıyor gibi gözüküyor. Lakin, forvetsiz oynayan bir Fenerbahçe her maçı penaltılarla alamayacağı için, bir golcü bulmadan iyi bir sezon geçirmesi imkansız.

Elbette Fenerbahçe'nin aldığı bu kupada Ersun Yanal etkisi büyük. Fenerbahçe'ye hücum futbolunu "öğrettiği" için kendisine ne kadar teşekkür edilse, az bence...

İnanın o kadar keyifsizim ki saha dışındaki olaylar yüzünden, maçı bile uzun uzadıya yazamıyorum. Oysa hakem değişikliği, orta hakemin çaresiz beceriksizliği, çıkan kramponlar, Muslera'yı alkışlayan Fenerbahçeliler gibi değinmem gereken "tam benlik" olaylar var ama neyse... Aşağı yukarı yazabileceklerimi artık biliyorsunuz zaten :)

Son cümlelerim de şu olsun öyleyse:
Tebrikler uzun zamandan sonra sezona "başarılı" başlayan Fenerbahçe ve tebrikler geldiği ilk günden bugüne dek, Galatasaray'ı dimdik ve tek başına sırtlayan Muslera!

Dipnot: Beyler, bir de ister misiniz bu Galatasaray devre arasında Ersun Yanal'ı alsın? He?

19 Ağustos 2014 Salı

Demba Ba vs. Szczęsny

Maça ve dolayısıyla konuya geçmeden evvel, Arsenal kalecisi abimizin adının nasıl yazıldığını Google'layarak bulduğumu itiraf etmek istedim.
Şimdi asıl mevzuya, yani, bir yanda Fenerbahçe diğer yanda Beşiktaş maçlarının olduğu akşama geçebiliriz.

Beşiktaşlı güzel arkadaşlarım günler günler öncesi maç bileti almak için sıraya girmişler. Birçoğuna maça gitmek istediğimi, maça bir iki gün kala söylediğimden hepsi şikayet etti bana. Zaten saatlerce sıra beklemişler bilet için, söylesem alırlarmış falan. Nereden bilecektim ki? Sıra olayından rahatsızlık duyan arkadaşlarım "Passolig" almamış olanlardı, keşke alsaydık, diyenleri dahi duydum. Oysa geçen yıl tribünde en çok karşı çıktığımız şeydi bu.
Gerçi ben ne geçen sene kombine aldım ne de bu sene alacağım. Maddi açıdan biraz daha rahatladıktan sonra eski kombine düzenime devam ederim diye düşünüyorum. O zamana kadar da, passolig bilet konusunda en büyük yardımcım olacak ister istemez...

Beşiktaş'ın bu önemli maçı önce çok sevgili Süleyman Seba anısına saygı duruşuyla, hemen ardından da üçüncü saniyede Beşiktaş lehine kaça golle başladı. Devamında, en azından ilk yarıda birkaç önemli pozisyona daha girmeyi başarmış olsa da Beşiktaş, ben kulağımı taraftarın tribünde oluşturduğu güzel ahenge verip, maç içindeki tuhaflıkları izlemeye koyuldum.

Sanırım şunu söylemeden edemeyeceğim ki, Bilic bana artık samimi gelmiyor. Evet, başlarda ben de herkes gibi bu adamı çok samimi ve 'bizden' buldum ancak o zayıf vücuduna oturtmaya çalıştığı kabadayımsı hareketleri ve aşırı artmaya başlayan maç esnasındaki çalımları bana çok yapmacık gelmeye başladı. Dolayısıyla acayip de soğudum kendisinden. Kamera ne zaman ona dönse elleri belinde ve pantolonunun içinde, gömleğini düzeltiyor omuzlarını geriye vere vere. Sanırım ben bundan çok tiksindim...

İlk ve ikinci yarıda Beşiktaş'ın peş peşe kaçırdığı goller beni zaman zaman deli etse de, ani ataklarla Beşiktaş kalesini sağlama yoklayan Arsenal, durumu her şartta dengelemeye yetecek gücü olduğunu gösterdi bizlere.

Bu maçın sonucunun ne olduğu bana kalırsa çok da önemli değil lig açısından. Çünkü tahminlerimde yanılmayacağımı ve Fenerbahçe ile Galatasaray'ın şuursuz oyunlarındaki boşluğu fırsat bilirse eğer, Beşiktaş'ın şampiyon olacağına inanıyorum.

Bir de yıllardır izlerim şu futbol denen oyunu ama hala başta Arsenallı futbolcuların tamamı olmak üzere, vücudu sağlam tüm adamların niye ısrarla dar ve üstlerine yapışan forma giydiklerini bir türlü anlamam. Üzgünüm beyler ama hiç de seksi olmuyorsunuz. Böyle daha çok alçıdan yapılmış heykel gibisiniz.

Demba Ba iyiydi, hoştu, güzeldi. Çabuk uyum sağladığı Beşiktaş'ta parladığını söylemem çok da yanlış olmaz sanırım.

Maç ilgili söyleyeceğim bir diğer şeyse, sonunu zor getirdiğim. O kadar çok uykum geldi ki maçı izlerken, keşke Fenerbahçe'nin Roma ile olan maçını izleseydim demeden edemedim haliyle.

Son olarak kısaca toparlayacak olursam, maçın son 10 dakikasına bir kişi eksik giren Arsenal karşısındaki Beşiktaş'ın şüphesiz en çalışkan ismi Mustafa oldu. Lakin paslaşırken bile organize olamayan ve birbirini göremeyen bir Beşiktaş vardı ki bu da, deplasmanda onları epey zorlayacaktır diye düşünüyorum. Ve özellikle de maçın uzatma dakikalarında Beşiktaş baskıyı arttırmış olsa da, "futbol şansı" onların yanında kalmayı seçerek maçın 0-0 bitmesini sağladı.



Dipnot: Şu fotoğrafı koymasaydım inanın içim rahat etmezdi. Belki Beşiktaşlılar görünce bana kızacaklar ama ben daima birçok yerde Beşiktaş'ı desteklemiş biri olarak, şu görüntüye o zaman da hem gülmüş hem de üzülmüştüm. Şimdi de paylaşmanın tam sırası olduğunu düşündüm...

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir Solukta Brezilya



Sizce de öyle geçmedi mi?

Daha turnuvanın yeni yeni tadına vardığım sıralarda, bir baktım ki beklediğimden bir saat evvelinden final maçı başlamış bile.
Bakmayın öyle, hakikatten final maçının saatini unutmuştum. Turnuvayla çok ilgiliyim canım, saatin bununla hiç ilgisi yok! (Yazar burada, durumu toparlamaya çalışıyor.)

Bana daima, izlediğim tüm maçlarda şans getiren arkadaşımla, sakin ve Almanya tarafı ağırlıklı bir kafenin bahçe bölümünde, yaklaşık 13. dakikasında yetiştim ve maçı izlemeye koyuldum. (Arkadaş bu kez şans getiremedi, zira ikinci uzatma dakikasında birbirimizden ayrılmıştık ne yazık ki.) Birkaç masa yanımda, maç aralarında çalan her şarkıda oturduğu yerde çılgıncasına dans eden Barcelona formalı bir adam ve daha gerilerden (kaçan gollere olan tepkilerinden anladığım kadarıyla) birkaç kişi ve benim zorumla "lacivertli olanları" destekleyen dışında, neredeyse herkes Almanyalı idi. "Yahu siz ne kadar Almansınız!" bile dedirtti bana. Doğrusu çok bozulmuştum bu işe. Meğer asıl bozulmam gereken, Higuain'in hunharca harcadığı pozisyonlar olacakmış. Bense henüz bundan habersiz, limonlu sodamı yudumluyordum.

Anlayacağınız, tahminlerim tutmadı ve yıllar yıllar sonra kupayı kaldıran Almanya oldu. Bir ara, Löw ve Mesut için sevinir gibi oldum ama Messi'nin evine adımını atar atmaz höykürerek ağlayacağını belli eden yüzünü görünce, derhal vazgeçtim bu histen. Neyse ki 2018 Dünya Kupası var ve %90 orada da forma giyebilecek Messi. Ve belki de, son şansı ya da sondan bir önceki olarak...

İyisi mi final konuşmasını daha da derinleştirmeden, kısa kısa aldığım notlarla, bir solukta geçen 2014 Fifa Dünya Kupasına ve Brezilya semalarına geçiş yapalım, ne dersiniz?



- Bizim için "hoş" olan tek şey, Doğan Babacan'tan tam 44 yıl sonra Dünya Kupasında maç yöneten Cüneyt Çakır ve onun berabere sonuçlanarak biten maçlarıyla, yüzümüzü gülümsetmiş ve bizleri gururlandırmış olmasıydı.

- Yılların şampiyonu İspanya için turnuva neredeyse başlamadan bitti. Ardından üç büyüklerden İngiltere, İtalya ve Fransa da, başlarını öne eğen takımlar arasında yerlerini almayı başardılar.

- Upuzun bir seyahat yolunda hızlıca gitmesi gereken bir aracın patlayan lastiğini onarıp, Brezilya'yı turnuvada "iyi yerlere" taşıyan Neymar, lastikle birlikte patlak verince, seyahat Brezilya için hayal kırıklığından öteye geçemedi.

- "Bir ısırık da ben alabilir miyim"ci Luiz Suarez için bu Dünya Kupası, yüklü bir ceza almasına ve stat kenarından bile geçemeyecek hale gelmesine neden oldu. Uslanmaz çocuk!

- Bizlere, "kötü kaleci yoktur çok iyi şut vardır" dedirten, en kaleci turnuva oldu bu hiç şüphesiz ki. Bu Dünya Kupasında bir köşede iyi kaleciler, öteki köşede ise tek başına dev olan Neuer vardı. Onun dışında Ochao, M'Bolhi, Benaglio, Navas, Bravo, Ospina ve Belçika maçında 19 pozisyonu kurtaran ABD'li Howard, ayakta alkışlandı.

- Elenince gözyaşlarına boğulan, hakkıyla 10 numara kavramını yeniden hayatımıza katan Rodriguez, bu turnuvanın bize kattığı en güzel şey oldu. Ayrıca kullanın sprey tekniği de tarafımızdan oldukça sevildi.


Tüm bu maddeler ışığında, kısaca toparlayacak olursam özellikle de atılan gol sayısı bakımından oldukça doyurucu bir turnuva oldu. Kendi adıma daha şimdiden önce Avrupa Şampiyonasını, ardından da 2018'i iple çektiğimi söyleyebilirim.

Tribün açısından çok canlı olmasa da, eğlenmeye gelen insanları hakikatten eğlendirdiğini gördük. Ömer Üründül yine her zamanki yerindeydi. Ona zaman zaman Ceyhun Eriş, zaman zaman da Fatih Terim yorumlarıyla eşlik ettiler.

Ve böylece bizler de, televizyon karşısında izleyip sempati duyduğumuz takımları desteklemekten bir yanımız buruk olarak bir turnuvayı daha sonlandırdık. Dilerim bir daha ki turnuvada, kaybeden X takıma değil de, kazanan Milli takımımıza seviniriz.

Dipnot: Henüz Dünya Kupası yorumlarımın bitmediğinin, burada sadece kısaca ele aldığımın farkındasınız değil mi? Yani üzgünüm ama sizin için tehlike henüz geçmiş sayılmaz. 



13 Temmuz 2014 Pazar

Şampiyon David Luiz!

İnternette dolanırken, minik bir taraftardan David Luiz'e mektubuna rastladım ve aynen sizinle paylaşmak istedim...


"Merhaba David Luiz,
Benim adım Analuz... Dünya Kupası boyunca Brezilya'nın bütün maçlarını izledim ve futbolunuzu çok beğendim. Üzgün olmaman gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çok iyi oynadın ve elinden gelenin en iyisini yaptın. Sen, harika bir kaptandın. Hayat böyle; insanlar bazen kaybeder bazen kazanır ama insanların sadece mutlu olması gerekir. David Luiz, benim şampiyonumsun.
Analuz Penna Reale"

11 Temmuz 2014 Cuma

Biz 'Fahri' Arjantinliler



Ah benim güzel aklım; şu haftalardır ilk kez serin(!) geçen yaz akşamında, balkona oturup dizüstü bilgisayarımı açmış ve sineklerle delicesine mücadele ederken, futbol yazmak dışında başka bir şey yaptırmaz mısın sen bana?

Dünya Kupası aklımı başımdan aldı benim! Sanırım hayatım boyunca bir başka şeye bu denli heyecan duyamayacağım. Tanıyanlar bilir, bizim lig henüz Nisan'da ipleri çekip Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla sona erince, Haziran'da başlayacak 2014 Dünya Kupasına gün saymaya başladım ben.
Sonra turnuva başladı, ilk bir iki maç harika... Lakin sonra ne olduysa, bir kopukluk yaşadım. Maçlar tat vermiyor, sürpriz takımlar heyecanlandırmıyor, yahu zaten İspanya elenmiş daha ikinci maçtan, e Brezilya desen turnuva açılışını kendi kalesine gol atarak yapmış, Ömer Üründül gitmiş beterin beteri var Ceyhun Eriş gelmiş, daha ne olsun...
Neyse çok bir şey kaybetmeden toparladım yine ben kendimi. Bu kez bir bıkkınlık, bir bıkkınlık ki bende sormayın gitsin! Meğer ne denli sıkılmışım birlik içindeki Avrupa futbolunun pas trafiğinden. Eh doğru doğruya, İstanbul ile yarışır hale geldiler neredeyse...
Oysa zalım futbol çocukları, Avrupa'nın aksine bireyselliğin desteklediği beraberlikle nasıl da götürüyorlardı işi...
Sonuçta olan oldu, yılların intikamı sahada boy gösterecek bir final adı kondu: Arjantin-Almanya! Sevdim ben kendilerini, es geçmeyeyim bu kısmı. Turnuva içinde yer yer Almanya'yı desteklediğim de oldu tabii ama bundaki Mesut etkisi aya uçmaktaydı neredeyse. (Ay'a nasıl uçulur?) Ama zamanın ötesinden beri içimde kalan "abi şu Messi de bi DK görse, ne olurdu!" cümlesiyle 2014 Dünya Kupasına savaş açmış ve Arjantin'in kupayı alacağına inanmıştım.

Sanırım futbolla ilgili şükrettiğim nadir şeylerden biri de, kısa futbolcu şortları zamanında henüz varlık halinde olmamam. Kendimi biliyorum, çok takılırdım ben bu konuya. Zaten şimdi bile durup durup takım formalarını kendine dert edinen biriyim, o dönemde olsa, sevdiğim futbolcuyu sahada 'don' ile görüp kıskançlıktan ölürdüm herhalde.
(E ne yapalım beyler, kadınlar futbol sevince böyle oluyor.)

Yahu ben bu konuya nereden geldim yine...

Oradan oraya koştur koştur gidiyorum ama söyleyecek çok şeyim var. Birçoğunu final sonrasına saklıyorum, neticede ben ne kadar inansam da, temkinli olmakta fayda var. Sonra üstüme yürüyüp dalgalar geçmenizi kabullenemem. Hassasım ben.

Şurada kalmış finale bir gün kadar bir şey... 

Maradona futbolun Tanrısı iken onu izleme fırsatı bulamadım ben, çünkü henüz doğmamıştım. Ama Messi'yi izledim. Ve Messi'ye, futboluna, hayatına, mücadelesine hayran kaldım. Öylesine çok seviyorum ki futbolu, yaşıtlarım ya da hemcinslerim oturup 'pembe dizi' ya da makyaj videosu izlerken, ben Maradona'nın maçlarını izlemeyi seçtim. Pele'ye bir adım uzak duruşum ondan belki de. Kötü bir hayatı vardı  Maradona'nın, ona karşılık harika bir futbolu. Messi tüm bu özellikleriyle, ondan bir iki tişört üstün. (Bu sıcakta gömlek diyeceğimi düşünmediniz herhalde?) Ama yine de, genç yaşında almış olduğu her sembolik ödüle rağmen bu kupayı alamadığı sürece, bir Maradona olamayacak...

Final öncesi, biz fahri Arjantinliler adına geçmişe son bir cümleyle değiniyor ve yarından da aynısını umarak bu içeriği net olmayan yazımı sonlandırıyorum.

"Yıl 1986,  gün 29 Haziran... Almanya-Arjantin maçı, skor bilmem kaç; dakika ise sonlara adım atmış. Alman spiker avaz avaz bağırıyor: "Toni, halt den Ball!" (Toni, tut o topu). Lakin nafile. Arjantin, anasının ak sütü gibi helal bir Dünya Kupasına kavuşuyor."

Dipnot: Beyler müjde! Final maçında Ömer Üründül olmayacakmış. Hadi yine iyiyiz! 

10 Temmuz 2014 Perşembe

Geçen Yine Çok İnanmışım...


Bir inanıyorum, bir inanıyorum, öyle bir inanıyorum ki, söz konusu futbol ve desteklediğim takım değil de başka bir şey olsa bu denli inanamazdım herhalde. Zaten daima da bu sebeple üzülüyorum. 

Her ne kadar üst fotoğraftaki amcayı kupacı Sadri'ye benzetenler olmuş olsa da, açıkçası maç akşamı ben de aynen bu amca gibiydim. Maçın hakkında bir şey söylemeden evvel, bizimkilere değinmek istiyorum.
Yahu nasıl oldu da bir anda hepiniz Brezilya düşmanı oldunuz ve dalgalar geçmeye başladınız? Aradaki boşluğu kaçırdım ben epey bi...
Hiç kimse olmasa Zico, Alex, Deivid hatırına inadına Brezilya dedim. Ben dedim de, onlar benim kadar inatçı değillerdi ne yazık ki.

Neymar'ın sakatlığı bu maçın skorunu derinden etkilemedi bence. Milli marşlar okunurken David Luiz'in elindeki Neymar forması, bana ne kadar hırslı olacaklarının kanıtıymış gibi gelmişti. Lakin değilmiş. 

Neden oldu, nasıl oldu bu skor...

Bilemiyorum. Evet, yanlış okumadınız. Hakikatten bilemiyorum. Aklıma gelen tek şey futbol şansı. Evet, Löw'ün Almanya'sı kilit kırıyor, evet iyi oynuyor, evet ayağa sık paslar yapıyor, evet defansı çok güçlü, evet, evet, evet... Ama bu başka bir şeydi! 
Birkaç metre ötende topla buluşan adamı durduramıyorsan, ona engel olamıyorsan zaten sahaya kaybetmek için çıkmışsın demektir sevgili Brezilya defans hattı.

Neyse, uzun lafın kısası, acayip üzüldüm. Hiç de zevkli değildi bana kalırsa maç. Bunu üzgünlüğümden söylemiyorum, futbol seven her adam benim gibi düşünür. 


Ama zevkin kralı, Hollanda-Arjantin maçıydı!
Konuştuğum çoğu kişi bıkkınlıkla izlediğini söyledi bu mücadeleyi. Bana kalırsa tam tersi, penaltılara gidene dek heyecanını koruyan, kontrollü ama bir o kadar da saldırgan bir maçtı.

Turnuvanın başından beri bin bir umut ve hevesle desteklediğim Arjantin, yüzümü kara çıkartmadı, beni utandırmadı. Belki di Maria olsaydı, skor daha hızlı lehimize dönerdi ama önemi yok, penaltı heyecanı da bambaşkaydı.

Ben sıkıldım arkadaşlar Avrupa futbolundan. Messi'nin elinde yükselsin artık o kupa istiyorum!



Herkesin tek söylediği, yıllar yılı kupaya hasret kalan Almanya'nın 2014 Dünya Kupasını alacağı...
Lakin yine o aynı "herkes" Hollanda-Almanya finali olacak diyordu. Fark ettim, mesajı aldınız.

Ben 13 Temmuzu delicesine bi heyecanla bekleyenlerdenim. 
Hatta diyorum ki, var mısınız iddiasına? :)

Dipnot: Cüneyt Çakır DK boyunca çok güzel maç yönetti, kendisini ve ekibini tebrik ederim; gurur duydum. Fakat keşke bizim ligdeki maçları da bu kalitede yönetebilse...


5 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünya 'Maç Esnasında Sakatlananlar' Kupası


Haksız mıyım?

Bu futbol tutkusu, dünyanın en büyük zevki uğrunda kimleri kimleri kaybettik biz. Anlık sakatlanmalar, pozisyon sonucu oluşanlar, insanlık dışı - düşmanca darbeler yüzünden yaşananlar, kendi kendini sakatlayan çok heyecanlı 'ay ben şimdi napıcam'lar ve dahası, Dünya Kupasını, maç esnasında sıkça sakatlananlar kupasına dönüştürmeyi çok iyi başardılar, ne yazık ki...

Dünkü maçta Neymar'ı kaybettik, turnuvayı kapattı. Bugün de vuruş tekniğinin sıkıntısından, di Maria aramızdan ayrıldı. (Böyle yazınca da, adam ölmüş gibi gözüküyor ama aramız dediğim, turnuva yahu. Anlayın o kadarını da...) Oysaki daha sabah bari Arjantin maçından sakatlık olmasın demiş idim ama bizim şapşal di Maria bunun tersini yapıp beni üzdü... Ne de güzel oynuyordu üstelik! Geçen maç kızdığımın aksine harikaydı... 
Sanırım ben baya etkilenmişim bu sakatlıktan, bu denli uzun yazdığıma göre.

Neyse, ne diyordum?

Arjantin-Belçika maçı...

Garip Belçika futbolu. Erken gelen ve çok güzel bir vuruşla oluşan gol ve sonrasında defansını boşa çıkaran Belçika, hücuma giderken geriyi o kadar boş bıraktı ki, Arjantin ilk yarıda skoru daha da artırabilirdi. Yapamadı çünkü Messi'yi çılgıncasına yere yatırıp üstünden ve ayaklarından üç beş kişinin geçmesi, öncelikle skoru etkileyen en büyük şey oldu. (Düşündüm, şey yerine başka kelime bulamadım. Üzgünüm Messi!)

İkinci yarıya değinecek olursam, en başında ilk yarıdan daha kötüye dönüşen futbolu, ilk yarıdaki tek golün sahibi Higuain'in direğe takılan pozisyonu, maçın en heyecanlı anlarından biriydi hiç şüphesiz ki.

Oyun dışında söylemek istediğim şey şu, iyi ki Arjantin taraftarları var. Çünkü onlar Dünya Kupası turistik bir seyahat olmaktan çıkarıp, kıyasıya futbol mücadelesi tadında bizlere yaşatıyorlar. Tribünde yükselen sesleri, maça müdahale etmeleri ve dahasıyla, turnuvanın tribündeki en güçlü yanı olmayı başardılar.

Konudan çok bağımsız olsa da söylemeden edemeyeceğim, hakemlerin sıkmış oldukları spreyler bende olsa, saha ortasına neler yazardım kim bilir... 

Neticede, istemiş olduğum gibi yarı finale yükselen Arjantin oldu. Yalnız, farkında mısınız? Dünya Kupasındaki son maçların tamamı neredeyse aynı. Favoriler iyi oynayıp bir gol atıyor, rakip takım da son altı-yedi dakikada iyi oynayan birçok pozisyon kaçırıyor ve haydi hepimiz ona üzülüyoruz!

Ciddiyet önemli şey... 
Mesela, son dakikalarda forvette oynayan Van Buyten gibi.
Ve sahada neredeyse hiç gözükmeyen Messi ve son dakikada "Messi de insanmış" dedirtecek kadar imkansızı kaçırdığı pozisyon...

Söyleyeceklerim bu kadar arkadaşlar, dağılabiliriz!

Bir Yanım Rodriguez, Diğer Yanım Neymar


Tabii Mesut'u da unutmamak lazım. Bu adamı seviyorum gerçekten. Futbolunu, zekasını, başarısı ve giydiği her formada "olmazsa olmaz" sıfatını kazanabilmesini seviyorum. Geçenlerde Twitter'da Mesut hakkında yazılanlara bakarken, bir yorum gördüm. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle idi: "Türk olduğu halde Alman milli takımını seçen bir adam gol attı diye neden seviniyorsunuz?"
Bu düşünce bana ters. Şartların gerektirdiği ölçüde yaşıyor Mesut, kendisine ve futboluna en uygun hayatı ve yeri seçerek doğruyu yapanlar arasında bence. Hiç tanımadığımız futbolculara sempati duyup destekleyebiliyoruz da, kendi evladımız Mesut'u mu desteklemeyeceğiz?

Almanya-Fransa maçı içi söyleyebileceğim tek şey, Löw'ün klasik taktiğine dönme işini geçe bıraktığı, ama neyse ki geç kalmadığı... Ben de birçoğunuz gibi, iyi oynayan Fransa'nın, dağınık oynayan Almanya'yı eleyip yarı finale yükseleceğini düşünüyordum lakin, Löw soldan vurmayı başardı bu kez.


Çılgınlar gibi Brezilya'nın kazanmasını istiyor, ancak Kolombiya'nın alacağını düşünüyordum. Yedinci dakikada gelen erken gol ve ikinci yarıda serbest vuruştan harikalar yaratan David Luiz golünden sonra, yarı finale yüklesen benimkiler oldu. Ama sevinemedim. Yine sevinemedim!

Önce Neymar'ın iç kanatan o kıvranmaları, ardından maç bitimiyle çocuk gibi ağlayan Rodriguez beni bitirdi...
İyi oynayan Brezilya karşısında direnememiş olabilir Kolombiya ama turnuvanın en güzel takımlarından biri oldu, bunu göz ardı etmemiz imkansız. 
Neymar için çok üzgünüm. Bu sabah, omur iliğinde kırık olduğunu öğrendiğimizde resmen içim parçalandı. Daha gencecik, futbolun harikası olma yolunda bir futbolcuydu zira. Tez zamanda iyileşmesini diliyorum...



Her futbolcu sakatlandığında üzülüyorum elbette ama bu futbolunu izlemeye bayıldığımız adamlara en ufacık bir şey olduğunda nasıl korkuyorum anlatamam! 

Yani kısacası, ne maçtan bir şey anlayabildim ne de istediğim takımların yarı finale çıkmalarından. Dilerim bu akşam da Arjantin ve Kosta Rika yarı finale, sakatlıksız kartsız çıkarlar da, sevinebilirim!





1 Temmuz 2014 Salı

Arjantin'den Bana Doğum Günü Hediyesi


Şu görüntü için can verilir vallahi, ne yalan söyleyeyim. Çok seviyorum şu Messi'yi. Hakikatten uzun zamandır görmediğim abim, mutlu olduğunu bilmek için can attığım biricik dostum, üzülmesine dayanamayacağım kardeşim gibi seviyorum. Abartmış gibi gözükebilirim ama bu adamın hikayesini, aşkını, azmini seviyorum. Giydiği forma da ne olursa olsun, sanırım hep destekleyeceğim onu.

Çoğu kişi kızıyor ona Arjantin forması altındayken. Yok çok bireysel, oynayamıyor, Barcelona dışında iş yapamaz vs... Belki çoğunda sizler haklısınız, bilemiyorum. Yine de Messi'yi ne zaman görsem sahada topla oynarken, gözüme küçücük bir çocuk görüntüsü geliyor. Sanırım o çocuğu bu denli seviyorum ben.

Maça geçersem, 2014 Dünya Kupası başından beri her ne olduysa, şu Arjantinimin maçını adam akıllı izleyemedim. Hep bir aksilik çıktı ve ya maçın ortasında televizyonu açabildim ya da yarısında kapatmak zorunda kaldım. Bu maçta da değişen bir şey yoktu, maç saatinin geldiğini maçın bitmesine 15 dakika kala fark edip koştum televizyon maçına...

Koşmasına koştum da, ağır adımlarla gitsem de pek bir şey fark etmezmiş doğrusu. Yahu resmen ruhum sıkıldı, o 15 dakika geçmez oldu bana. İkinci yarı başladığında, bir tık da olsa heyecanlanabildim. Lakin beni heyecanlandıran Arjantin değil, ataklarla ve çılgıncasına paslarla baskın yapan İsviçre idi. Özellikle de Shaqiri muazzama yakın performansıyla maç boyunca beni en çok etkileyen isim oldu. Kendisi için yapılan "yeni Messi" yakıştırmalarından hiç hoşlanmıyor olsam da, bu akşamki futbolunu takdir etmemem mümkün değil. Bu yakıştırmayı da, içinde "Messi" adı geçtiği için sevmiyor değilim. Ben sadece, kıyaslamalardan hoşlanmıyorum. İlla bir futbolcunun iyi olduğunu insanlara anlatabilmek için, onu bir başkasıyla kıyaslıyoruz. Bu durumda iyiliği falan kalmıyor o adamın. Ciddiyim. Ancak kıyasladığımızın sınırında iyi olabilir, ki bu da her isme haksızlıktan başka bir şey değildir.

Öte yandan maç esnasında gözüme takılan herhangi bir gereksizlik olmadı. Sadece, Ömer Üründül'ün "kaleye atsa gol olurdu" demek için ne kadar ücret aldığını çok merak ettim, hepsi bu.

Neticede, yarın benim doğum günüm. Ve doğum günü hediyem, maç boyunca "di Maria neden böylesin!" diyerek kızdığım adamdan geldi, asisti elbette ki Messi!

Böylece Arjantin, İsviçre'nin uzatma dakikalarında harikalar yaratan ve direncin Allah'ını gösteren performansı karşısında, bireysel gücü ve şansıyla çeyrek finale yükselmeyi başardı. Doğruya doğru, ben sevindim. Lakin futbolcu olsaydım, büyük ihtimalle maç sonu sevinemez ve ağlayan İsviçreli futbolculara sarılırdım.

Sanırım bu yüzden de benim gibi düşünenlerden futbolcu olmuyor.

Eh, uzun lafın kısası tebrikler Arjantin'e, geçmiş olsunlar İsviçre'ye ve iyi ki doğdunlar da bana geliyor!

30 Haziran 2014 Pazartesi

Nereden Öğrendi?

Maç içindeki yer yer bölge değiştiren temposuyla, yeterince uzun bir maç olduğundan buraya da upuzun bir yazı yazıp sizleri sıkmak istemiyorum. (Teşekkürleri yazı bitiminde alırım.)
O yüzden dedim ki, ben yine madde madde maç içindeki gereksiz ayrıntıları ve gözüme takılanları yazayım. Sonra bana katılıp katılmadığınızı paylaşabilirsiniz pek tabii.



E bakalım, Almanya-Cezayir maçında neler olmuş? Ya da daha doğrusu, Arzu maç içinde yine nelere takılmış?

- Mesut böyle şut atmayı,
- Hakem parmaklarının ucuyla sarı kartı narin narin çıkarmayı,
- Cezayir kalecisi yemediği golden sonra şaşırarak takım arkadaşlarına bakmayı,
- Mustafi bütün pasları Cezayirli futbolculara göndermeyi,
- Hakem Cezayirli futbolcuların pozisyon gereği olmadan Alman futbolcular biçercesine ezmelerine sessiz kalmayı,
- Ceyhun maçın ilk on dakikasında Cezayir'in savunma dizilişinden bahsetmeyi,
- Mesut köşe gönderinin hemen önünde, zerre faul yapmadan ve üç Cezayirli tarafından çevrilmiş halde olmasına rağmen sorunsuz çıkmayı,
- Almanlar ceza sahasına her girdiğinde korner kazanmayı,
- Neuer orta sahaya kadar top karşılamaya çıkmayı,
- Löw bu yaşta, bu kadar genç durmayı,
- 80lerdeki o pozisyonda, Müller topu imkansızı başarırcasına dışarı atmayı,
- Ve yine Müller serbest vuruş öncesi düşme taktiğini uygulamayı


Ve beyler Cezayir böyle direnmeyi, Almanya bu oyunla çeyrek finale kalmayı ve benim kuponum tek maçtan yatmayı NEREDEN ÖĞRENDİ?



29 Haziran 2014 Pazar

Çeyrek Finalin Lideri Robben



Bir gün süre ile ertelenen Cimbom-Juve maçından tanıdık olduğumuz bir hakem...

2014 Dünya Kupasının bu maçına kadar en çok golü atan Hollanda ve tek bir golle, kalesinde en az gol gören takım Meksika...

Hollanda milli takım formasıyla 100. maçına çıkan futbolcular kervanında 7. sıraya oturan Kuyt ve sarılı kırmızılı ekibin Sneijder'i...

Ve sahanın ortasında bir balon!

Tüm bunları sıraladığımda, gayet keyifli ve ilgili çekici bir maç olacağı hissini uyandırıyor insanda. Bu hissin tamamıyla yanıldığını söyleyemem tabii. Ama olağanüstü bir maç da değildi. Tabiri caiz ise (değilse de kusura bakmasın canım artık!) hakemin şaşkınlığından, ilk yarısı 0-0 eşitlikle biten bir tur maçıydı bu. Maçın henüz ilk anlarında verilmeyen Meksika penaltısına karşılık, maçın son dakikalarında, görülmesi zor ama mutlak olan ve tabii yine verilmeyen bir Hollanda penaltısı vardı.

İşte ben bunları anlamıyorum arkadaşlar. Sen ki, dünyanın saydığı, önemsediği hakemlerdensin. Ama öyle çekingen, endişeli kararlar veriyorsun ki, Türkiyeli insanın aklına haliyle bin bir çeşit şey geliyor... Sanırım hakemin maç boyunca zerre tereddüt göstermeden verdiği tek karar, su molasıydı!

Bir de şu sahanın üstünde tın tın gezinen kamera yok mu... Var tabii olmasına da, onun bu 19 maçlarındaki sahaya düşen gölgesi gözlerimi mahvediyor yahu! Ya ben çok müsaitim dikkat dağılmasına ya da sizleri de benim kadar etkiliyor bu kamera gölgesi. (Umarım tek değilimdir bu konuda.)

Bu maça dair bendeki gariplik, Kuyt ve Sneijder hatırına Hollanda destekçisi olarak maça başlayıp, "saldır Meksika oleeey!" diyecek kıvama gelerek maçı sonlandırmamdı sanırım.

Bunun etkilerinden biri, ikinci yarının başında Dos Santos'tan gelen harika gol hiç şüphesiz ki. Bir diğer etki ise en kuvvetli olan, vücudunun her yeriyle kurtarış yapabilen, rahatlıktan çat çat sakız patlatan (hiç sevmesem bile sempatik geldi) kaleci Ochoa. Transfer listesinin zirvesinde mi olacak yoksa yıldızlaşması bununla mı sınırlı kalacak, göreceğiz bakalım.  Tabii benim bu tezahürat eşliğim de, Meksika'nın tur atlamasına yetmedi ne yazık ki...


Bu arada sizlere bir kayıp ilanı vereceğim: Robin van Persie! Bulanların Hollanda milli takımına bildirmeleri önemle rica olunur...
Tek başına tur mücadelesi veren Robben'i görünce, diğer Hollandalılar gözüme pek bir "rahat" görünmeye başladılar. Ki bu rahatlıkları, skora da, Dünya Kupası kariyerlerine de epey bir yansıyacaktı ki, Sneijder 88'de klasikleşen o harika vuruşunu yaparak beraberlik golünü attı.

Tüm bunların dışında, kamera tribünlere döndüğünde içim cıvıl cıvıl oldu doğrusu. Vallahi herkes Dünya Kupası coşkusunu alabildiğine yaşıyor, biz de işte televizyon, twitter falan...

Sonuç ne oldu diye soracak olursanız, son dakikalarda gelen penaltı ile 1998'in intikamını Meksika'dan alan Hollanda, Robben'in liderliğinde çeyrek finale yükseldi. Meksika'ya üzüldüm doğrusu ama en çok da yüzüyle kurtarış yapabilen kaleci Ochoa'nın çaresiz kalışı üzdü beni.

Dipnot: Çok rica edeceğim Ömer Üründül hocam(!) bir daha santrafor demeseniz olur mu ki acaba? Çünkü siz ona "santrifor" diyorsunuz ve ben ölüp ölüp diriliyorum dile her getirdiğinizde! Acıyın kulaklarımıza lütfen.


28 Haziran 2014 Cumartesi

Şaşırt Bizi Brezilya!



Belki siz Brezilya'nın tur atlamasına sevinmiş olabilirsiniz. Ki sevindiyseniz zaten, şaşırmış olduğunuzu da pek düşünemiyorum. Ben ki, turnuva başından beri Brezilya heveslisiydim, şu maça kadar delicesine şaşırmayı bekliyormuşum meğer.

Ne dediğimi hiç anlamadınız sanırım ya da ben anlatamadım. Gelin, yeni baştan kısaca anlatayım ne demek istediğimi...

2014 Dünya Kupası ile ilgili kaç yazı yazdıysam, hepsinde keyifsiz futboldan yakınmıştım. (Ta ki James Rodriguez Uruguay karşısında olağanüstü iki gol atana kadar) Ama beni en çok üzen, Brezilya'nın o bilindikten uzak futboluydu. Yahu ne yavanlıktır bu böyle. Ne samba var ne harika gol!

Zaten bu garip futbolun sonuçlarını da, penaltının son dokunuşunda gelen turda görmüş olduk. 90 dakikanın 1-1 bitmesiyle, oldukça iyi direnen ve oynayan Şili karşısında, eli kolu bağlı kalan Brezilya, uzatmalarda da ondan beklediğimizi yerine getiremedi...

Her zaman penaltıları sevmişimdir. Ya da saçma sapan bir şekilde, maç içindeki heyecanları ve tehlikeleri seviyorum sanırım, her neyse. Maça dair soruları tek soru, ya Jara'nın penaltısı direğe takılmasaydı, o zaman ne olacaktı? Brezilya tıpış tıpış tribünlere doluşacaktı o vakit...

Şimdilik çeyrek finale kalan Brezilya oldu, bundan sonrasındaki futbol adımları, turnuvadaki kaderlerini ciddi ciddi belirleyecek.
Sevinmesine sevindim. Lakin şaşırdım da. Aptallık etme, sen Brezilya'sın! Son penaltıda çeyrek finale kalmak da nedir?

Dipnot: Şili'yi Dünya Kupasındaki güzeller güzeli performansından dolayı tebrikler ederim. Ama canım, cicim Şili... Madem geçemeyecektin daha ilerisine, neden eleyiverdin ki İspanya mı? Değdi mi beni üzdüğüne?

26 Haziran 2014 Perşembe

Bir Garip Rusya, Dünya Kupası Yolunda



Yıl oldu 2014, atamayana hala atıyorlar arkadaşlar...

Bu deyimin bugünkü, yani bu maçtaki kurbanı da Rusya idi. Lakin burada, durum biraz farklıydı. Rusya attı, atamadı demek olmaz. Atmasına attı da, golden sonra öyle geniş açılarla yaslandı ki sahaya, ikinci golü bulma zahmetine bile girmediler. Ki, en kritik maçları idi Cezayir ile olan... Sonunda ne mi oldu?
Maçı rölantiye alacak ikinci gol Ruslardan gelmeyince, Cezayir misler gibi bir duran top organizasyonundan golü buldu...

Son birkaç gündür soluksuz bir takip yapamadım Dünya Kupasında. Bu akşamki maçı da izleme niyetim yoktu doğrusu. Gizli favori Belçika'nın, Kore'den maçı kolaylıkla alıp ikinci tura çıkacağına zaten emindim. Bu da gerçekleşti. Aynı saatlerde oynanacak olan Cezayir-Rusya maçını, en çok da Cüneyt Çakır faktörü sebebiyle merak ediyordum.

Kişisel koşturmama son verdiğimde, maçın ikinci yarısına denk gelebilmiştim anca... Rusya destekçisi babama kalırsa, bizim Cüneyt biraz 'insafsız' yönetiyormuş maçı. E haydi bakalım, oturup ben de izleyeyim dedim.

Kamera gösterdiği müddetçe, aslında sahadaki adamlardan çok, tribündeki yürekli izledim ben. Daha sıcak, daha içtendi hepsi. Cezayir beraberlik, diğer bir deyişle ikinci tura yükseliş golünü bulduktan sonra tribünde çığlık kıyamet sevinenler; Rusya'nın her atağından nefessizce dua ediyorlardı. Sanırım bunu görmek hoşuma gitti. Bir de maç sonunda elenen taraf Rusya olunca, tribünde içkisiyle baş başa kalan Rus abimizin içler acısı halini görmek de üzmedi değil doğrusu.

Cüneyt Çakır'a değinecek olursam, maçın tamamını izleyemediğim için kesin konuşmam yanlış olur. İkinci yarıyı kötü yönettiğini söylemem mümkün değil. Tek takıldığım kısım, bir taç atışını yerinden kullanılmadı diye defalarca tekrar ettirmesiydi. Yoksa bizim Cüneyt fazla mı takıntılı, ne dersiniz?

Yani kısacası, ölüm kalım maçından sağ çıkan Cezayir oldu beyler. 
Ruslara üzüldüğümü ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Kendilerini bu kadar salıp bu denli az istekle oynamaları, bu sonucu hak ettiklerine işaret ediyor bana kalırsa.

Önümüzdeki maç, Cezayir-Almanya. Güzel olacağa benziyor ve de heyecanla bekliyoruz bakalım!

23 Haziran 2014 Pazartesi

Seyir Takipsizliği ve Dünya Kupası Keyifsizliği


2014 Dünya Kupasını takip ederken, aynı üst fotoğraftaki amca gibiyim. Hani şu, yanağında bayrak olan. Hazırlıklı gelmiş bakarsanız. Forması, bayrağı, her şeyi tamam. Ama yüzündeki o "niye buradayım ki ben?" ifadesi, her şeyi yerle bir ediyor doğrusu.

İşte ben de tıpkı böyleyim. Maçları takip ederken her şey yerli yerinde. Ama bir ruhsuzluk, isteksizlik hakim. "Aa, saat 7 olmuş. E maça bakayım bi..." şeklinde açtığımı düşünürseniz televizyonu, epey 'gönüllü' izlediğimi söyleyebiliriz!

Nedendir bilmiyorum ama. İspanya'nın erken elenişi mi dersiniz, tribündeki Maradona mı, DK'da olan bu takımlara olan zayıf ilgim mi, yoksa maçların yayınlanma saati mi, inanın kararsızım. Ama bir şekilde, beni tamamıyla kupaya bağladığını söyleyemiyorum hiçbir maçın ya da takımın.

Aah, ah! Nerede o Afrika'daki kupa... Tadından yenmiyordu yahu! Ardı arkası kesilmeden, her maç birbirinden heyecanlıydı. 
Eminim benden farklı düşünüp, bu kupayı hepsinden çok sevenler de vardır. Lakin benim gibi hissedip düşünenler varsa, bu eksik hissin sebebini buldukları vakit benimle paylaşmaları önemle rica olunur tarafımdan!

Şu mini 'isyan' yazımı bitirmeden önce, bu akşamki Hollanda-Şili maçı üstünden de, tamamen Dünya Kupası üstünden de, affınıza sığınarak bir sorum olacak:

Pardon da, futbol şöleni dediğiniz şey tam anlamıyla bu muydu yani?


Dipnot: Bir de, bu kupada kırılan ve kırılacak rekorlardan haberdarsınız değil mi? Keyifsiz falan diyorum ama bu da işin başka bir tarafı tabii. 

21 Haziran 2014 Cumartesi

Kazanan da Üzüyor!


Kaybedenlerin iç sıkan ya da kimilerimiz için burkan öykülerine geçmeden evvel, 21 Haziran maç gecesinin kazanan tarafına değinmek istiyorum: Messi!

"Soran olursa Messi attı dersiniz."

Tribünde, klavye başında, stat kenarında, televizyon önü ve karşısında kendisini yuhalayan onlarca kişi vardı taraflı tarafsız. Maç esnasında bu sesleri duyunca, hayli üzüldüm. Elbette ben de herkes gibi, "uzaylı" performansını göstermesini bekliyordum ondan. Yer yer gösterdiği performansı 90 dakika içinde golle tamamlayamayınca, ıslıkların odağı olmaktan öteye gidemedi. Durun, cümleyi toparlıyorum hemen

Gidememişti ki, o muazzam golü geldi. Beni, Dünya Kupasına yeniden bağladı, umutlandırdı, sevdirdi. Tribündeki tosunlar tosunu oğlu da bu etkiyi yaratmış olabilir, bilemiyorum arkadaşlar...


Messi dışında, favori takımlarımdan üçüncüsü olan Arjantin nasıldı?

Vasat. Futbol vasat, istek yok, fazlaca olan kabiliyet kullanılamıyor vs vs... Bir tat eksikliği oldu kesin bu DK takımları arasında. Arjantin, İspanya aksine gruptan çıkarak beni sevindirmeyi, yüzümü güldürmeyi başardı. Lakin bu futbolla, futbolun düşük bütçeli dev takımları karşısında tutunabilmek, hele de final odağına yaklaşabilmek pek mümkünmüş gibi gelmiyor bana.

Erken Ama Haklı Veda: Güle Güle İspanya!


Yılların saygısı vardı içimde İspanya'ya ve onun futboluna karşı. Duyduğum sevgi zaman zaman derinleşerek beni bile şaşırtıyordu. Dile kolay, 6 yılın futbol şampiyonuydu onlar.

2008 Avrupa Kupası şampiyonluğu,
2010 Dünya Kupası şampiyonluğu,
2012 Avrupa Kupası şampiyonluğu,
2014 Dünya Kupası rezaleti.

Sonuç, bir üst paragraftaki fotoğraftaki gibi dramatik oldu işte.
Bana inanır mısınız bilmiyorum ama söylemeden edemeyeceğim. Bana kalırsa, İspanya bu kupayı istemedi. İsteyen adam mücadele etmez mi yahu? Göz göre göre kupaya tutunma şansın ellerinin arasından kayıp giderken, maç çıkışı ağlayarak soyunma odasına gitmenin sana ne faydası olacak sanıyordun?


İspanya, bendeki saygınlığını bir parça da olsa yitirdiği için, çok üzgün ve de kırgınım.
Barcelona'nın çöküşü, ardında milleti takım yıkımını da getirmiş oldu böylece...

Son olarak, yalnızca "devler" ya da favoriler takımları arasından İspanya'nın kaybetmemiş olmasına da sevindim ayrıca. Ona eşliği İngiltere yaptı, çok da güzel oldu.

Ve yine "bana kalırsa" asıl büyüklerin, gerçek Dünya Kupası bu. 
Futbolu seven, az bütçe ve pahalı olmayan isimlerle futbol oynayan, futbola ve emeğe değer veren adamların futbolunu izlemek, birkaç reklam ve markanın arkasına sığınan profesyonelleri izlemekten daha büyük zevk veriyor bana.

Dilerim bundan sonraki günlerde DK daha heyecanlı bir hal alır artık!


Dipnot: Nedense Suarez gol atınca pek bir mutlu oldum. Sormak istediğim şey, gol attıktan sonraki hareketinin anlamı. Bilenlerin paylaşması önemle rica olunur! : )




17 Haziran 2014 Salı

Neymar'ın Kafası...



Hakemliğini Cüneyt Çakır'ın yaptığı Brezilya-Meksika maçı, izleyebildiğim maçlar arasında kupanın zevki ve enerjisi en yüksek olanıydı. Ancak maç temposuna ve iki takımın da arzularına ters olarak, golsüz eşitlikle sona erdi.

 Maçın 0-0 bitmesinde, olumlu açıdan Cüneyt Çakır'ın payı olduğunu söylemem mümkün. Son dakikalarda kendini yere atan Brezilyalı Mercelo'ya penaltı düdüğünü çalmaması, skoru durdurdu diyebilirim. Zira turnuva başından beri 'haksız' penaltılar çalınıp duruyordu.

Önce, bizimkinin performansına değinmek istiyorum kısaca.

Cüneyt Çakır ve ekibi tamamen bildiğimiz gibiydi aslında. Huylu huyundan, Dünya Kupasında da olsa vazgeçmiyormuş arkadaşlar, bunu görmüş olduk. Cüneytciğimizin dakika dakika maçı durdurması, fenalık geçirmeme sebep oldu her zamanki gibi. Onun dışında, ufak birkaç hatayı da saymazsak, pürüzsüz bir yönetim olduğunu, gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Yer yer taraf tutmacılık oynamış olsa bile, hakkıyla yönetti maçı...

En azından bu sefer, Neymar'ın maça damgasını vurmasını istiyordum, lakin onun yerini kaleci Ochoa aldı. Sanırım onun bu performansı için muazzam demem yerinde olacaktır. Birkaç kurtarışını büyük hayranlıkla izlediğim Ochoa, turnuvada kalabildikleri sürece Meksika takımında dikkatle izleyeceğim nadir isimler arasına girdi şimdiden.

Neymar'a dair aklımda kalan, maçın ilk yarısındaki topa yükselerek kafa vuruşu yapmasıydı. Bence saatlerce konuşulası bir pozisyon bu.

Maçın ilk yarısı Brezilya, ikinci yarısı Meksika, tabiri caiz ise ölene dek mücadele ettiler. Ancak hakkını vermem lazım, Meksika daha çok istedi. Ama olmadı.

Son olarak eklemek istediğim şey, bu benim hayalimdeki ayaklarıyla harikalar yaratan, dans edip şov yapan Brezilya değil. Her maçta biraz daha uzaklaşıyorlar o hayalimdeki takımdan...

Dipnot: Maçın futbol dışında ama bir o kadar da içinde, en dikkat çekici yanlarından biri de başına vuran taraftarlar teknik direktörler ve iki takımdan da futbolculardı. Yahu bir durun, neden başınıza vuruyorsunuz ki yumruklarla?

Dipnot2: Bu akşam Herrera'ya acayip saygı duyduğum takım elbisesi ile saha kenarında görünce. Aykut Kocaman döneminden beri, baya kafama taktığım bir olguydu rakibe, maça ve taraftara saygı olarak gördüğüm takım elbise meselesi. He belki tamamen adamın kendi tarzıdır, bilemem. Ben böyle yorumlar ve de kaçarım!


-Maçtan değil, temsili Cüneyt Çakır'ın maç yönetimindeki rahat tavrının fotoğrafı-

16 Haziran 2014 Pazartesi

"Futbol 90 Dakika Süren ve Sonunda..."



Tamam tamam, endişelenmeyin. O iç gıcıklayıcı lafı yazmayacağım buraya. Zira klişe kullanmaya bayılanlarımız benden saat farkıyla bunu çoktan yazmışlardır.

Baştan belirteyim, tamamen tarafsızdım bu maçı izlerken. Ronaldo nefretimi, yani daha doğrusu ona duyduğum antipatiyi okurlarım ve beni tanıyanlar bilir. Lakin ona rağmen, kalbimin bir kısmı Portekiz'den yana idi. Durun bir dakika, sebeplerim var!

Her birimizin çocukluğundan gelen bir Alman ekolüne sempatisi vardır muhakkak. Ya da tam tersi... Bende bu durum biraz ortalama doğrusu. Ne seviyorum ne de sevmiyorum. Çünkü Almanya, başlığıma da isim olduğu gibi futbolun daima ama daima kazanan takımıdır. Sanırım ben bundan hoşlanmıyorum. Zaman zaman yenilgilerle beslenmeyi de seviyorum. Bu yıla kadar Portekiz'e olan uzak duruşumun sebebi de hiç şüphesiz ki Ronaldo. 

Ancak bu kez durum bir tık farklıydı. (Zaten farklı olmasa belki de Portekiz kazanırdı.) Spor Toto Süper Lig başladığından itibaren bu yıl, saçımın önünden bir tutamı bana beyaza boyatma isteği uyandıran Alves vardı sahada. Başımıza gelen en güzel şey! Ardından, bin bela, Ankaralı Meireles. (Yok artık, Raul'un Ankaralı olduğunu bilmiyor muydunuz?!)

Benim gönlüm de, yarım yamalak heves ve isteğim de Portekiz'i kurtarmaya yetmedi arkadaşlar. Bana bu Dünya Kupasını sevdiren maçlardan biri oldu gelen üst üste gollerden sonra. Her zamanki Almanya gibi, dakikayı geçtim. son saniyeye kadar mücadele etmeleri de, forma savaşçılarına duyduğum saygıyı yenilememe sebep oldu.

Yalnız demedi demeyin, Dünya Kupasının en çok konuşulanı penaltılar olacak. Bir vuvuzela olmasa da kendileri, her maçta yer bulmayı başarıyorlar bir şekilde. Ek olarak, birkaç maçta olduğu gibi tek bir adamın sahada devleşip üst üste goller atmış olması da konuşulacaklar listemde kendine yer buldu şimdiden.

Ve bir de, Meireles, Meireles işte yahu! Alman futbolcunun ayağına basıp şortundan çekmeler falan... Biz alışalı çok oldu onun bu hallerine. Portekiz milli takımı ise yeni yeni tanıyor bizim Ankaralı Raul'u...

Son olarak şunu demeden geçmeyeyim: Kırmızı kartına ve daha ilk yarıda çılgıncasına saldırıya karşı, istatistiki açıdan Portekiz, Almanya'nın bir adam önündeydi bu maçta.

 Lakin istatistik mini etek... Yok yok, bunu da söylemeyeceğim!


15 Haziran 2014 Pazar

Bazı Dünya Kupaları...



Sanırım bu Dünya Kupası bizi şaşırtacak ya da futbol deyimiyle, ters köşe yaptıracak. Bekleneni vermeyecek dersem haksızlık olur, ama bekleneni verdiğini de söylemem pek mümkün değil doğrusu.

Dün, saatler gecenin birini gösterdiğinde, klişeleşmiş bir deyim ile "ölüm grubu" içinden İngiltere-İtalya maçı vardı. Çoğu futbolseverin bu maçı hevesle, saatine aldırmadan beklediğine eminim; tıpkı benim gibi. Ancak uykusuna yenik düşenlere kötü haberim var: şimdiye kadar izlediğimiz en keyifli maçlardan biriydi!

Maç öncesi klasikleşen tahminlerimde, maçın 0-0 biteceğini söyleyip durdum. Oysa ne bileyim, 2006 şampiyonu İngiltere'nin, az korner, az şut, çok ofsayt, çok faul ile oynayan İtalya'ya yenik düşeceğini?

Maçın ilk on, on beş dakikası ortalardaydı. İtalya'nın bir iki şutu heyecanlandırmış olsa da, "bunun için mi uyumadım yahu?" bile dedirtti yer yer bana. Tam o anlarda, esnemekten bir hal olmuş beni ayağa kaldıran gol, İngiltere cephesinde Daniel Sturridge ile geldi. Golden ziyade, gol sevincine takıldım ben. Sanırım futbolda en sevdiğim şeylerden biri bu ilginç gol sevinçleri. Daniel'ınki de onlardan biriydi...



İşte bu golden sonra maçın hızı, atağı ve şekli değişti. 

İngiltere son iki yıldır mutlak bir değişim içindeydi, yaş ortalamasının düşürülmesi, teknik direktörün özel hamleleri ve dahasıyla, bu maçı koparacağını düşünüyordum ben de sizler gibi.

Futbolun mucidi İngilizleri, Marchisio'nun golü kırdı evvela.

Ardından Balotelli, İngilizlerin kazanacağı düşüncemizi yıkan o harika golünü attı!

Balotelli hakkında ne düşündüğümü bilmiyorum. Sevip sevmediğimden emin değilim ailenin hırçın çocuğunu. Emin olduğum tek şey, onun tam bir Galatasaray futbolcusu olduğu. Kim bilir, belki onu yakın zamanlarda sarılı kırmızı görebiliriz, çok da şık olur doğrusu...

Sonuçta Dünya Kupasında bir maç daha, en azından benim açımdan farklı bir şekilde sonuçlandı.

E ne diyelim, önümüzdeki gruplara bakacağız! :)



14 Haziran 2014 Cumartesi

Robben vs Casillas



Maçtan söz etmeye başlamadan evvel, şu görsele değinmek istiyorum. Böyle gol sevinçlerine hastayım, kim ne derse desin! Ve sırf Kuyt'ın o gülen yüzü için, İspanyacığım kaybetti diye için için üzülmedim sanırım.

Bakalım, maçta neler olmuş?

Madde madde gidersek, sıralamam şöyle olacaktır:

- Formalar çok vasat. Hatta öyle vasat ki, Fransa-İngiltere maçını izliyormuş hissi uyandırdı bende.
- Daha az evvel, "hakemlerden çok konuşacağız sanırım" dedim mi, demedim mi!
- O gol, gol değil... Sen faul'e nasıl gol dersin? Neden dersin?
- Casillas'a bi haller olmuş ama haydi hayırlısı bakalım. Hayır, özel gününde falan diyeceğim adam için, yakışık almayacak.
- Robben... Daha maçın ilk anlarında sahanın ortasına oturup ayakkabısıyla uğraşması belki çoğunuza itici gelmiş olabilir ama bende sempati uyandırdı açıkçası. Tabii sonrada makineleşip art arda gol sıralayacağını bilmiyordum...
- Torres bitmiş? Hiç söylemiyorsunuz!
- Son dakikaya kadar, önde olduğu halde mücadele eden Hollanda ve karşısında, yenik durumdaki İspanya ve sıfır mücadele. Dilimin ucundan "hak ettiniz" geçiyor ama sus Arzu diyorum yine de!


İspanya için "son dünya şampiyonu" düştü demek falan doğru değil bana kalırsa. Henüz yolun çok başındayız ve ne olacağını futbol gösterecek!

CanliSkor.com'dan Ceplere Dev Hizmet!

Biz futbolseverlerin en çok tıklayıp, an be an gerek gol gerekse maç içi bilgileri tek bir tıkla aldığı www.canliskor.com artık yalnız bilgisayar ekranları ile sınırlı değil.

Ulaşım ağının genişlemesiyle, Canlı Skor bizlere ve de ceplerimize muazzam bir güzellik yaparak, Android uygulamasını geliştirdi. Artık o çok sevdiğimiz siteye, telefonlarımızdan tek tık ile ulaşmamız mümkün ve de çok kolay.

Hazır Dünya Kupası gelmişken, indirmenizde ve de kullanmanızda fayda var derim ben!

CanliSkor.com'un Android uygulamasına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://play.google.com/store/apps/details?id=eu.livesport.CanliSkor_com

Burada da kendilerinin, Facebook sayfaları bulunmakta efendim. Tarafımdan hararetle tavsiye olunur!

https://www.facebook.com/CanliSkorF

-

Canlı skorlarla, Dünya Kupası keyfine devam edelim!

Kod Adı: Mıknatıs!

Sizlere takım karmaşamı anlatırken, sempati duyduklarım arasına Brezilya'yı da eklemiştim. Hem 2014 Dünya Kupasının ilk maçı olması sebebiyle hem de sambacılara olan hayranlığımdan, büyük bir heyecan ve de heves ile televizyon karşısına geçtim. Gönül isterdi elbet tribünden izlemeyi. Bu da parantezim olsun, kalsın burada.

Evvela şunu demeden edemeyeceğim, maçın hakkı beraberlikti. Bence birçok futbolsever bu konuda benimle aynı fikirdedir.

Maça geçersem...

Brezilyalı futbolcuların ayağındaki mıknatıs yer yer, kupanın boylarıyla devleşen Hırvatlarına sökmemiş olsa da, içten içe bende hayranlık yarattığını söylemem mümkün. Ancak yine de ne bileyim, bu Brezilya, olmamış sanki yahu... Bir şeyler yarım ve eksik, tatsız...
Her müdahalede yere düşmek, kendini olur olmadık yerlerde bırakmak, olağanüstü bireyselcilik... Daha ilk maç olması sebebiyle erken konuşmak istemesem de, kendinden biraz soğuttu sanırım Brezilya. 

Hırvatistan ise onlara oranla daha takım futbolu, prese ve defansa odaklı oynadılar. Ve dünya devi denilen adamlar karşısında uzun süre ayakta kalmayı başarıp, ezilmeden yenildiler. Puan tablosuna işlemeyecek olsa bile, Hırvatlar için ideal denilebilecek bir başlangıç oldu bu...


Maç içinde özellikle değinmek istediğim iki şey var. Biri hakem, diğeri ise Neymar...

Hakemin vasatlığı konusunda lütfen benimle aynı fikirde olduğunuzu söyleyin! Ya da benim yanlış gördüğüm bir şey varsa, paylaşımlarınızdan esirgemeyin. Zira bana kalırsa, bizler bu DK'da hakemlerden çok söz edeceğiz...
Yahu, o ne penaltıdır? Ne fauldür, düdüktür!

Dünya Kupası ilk maç, iki gol, Neymar. Fena başlamadığını söyleyebiliriz. Lakin ben ondan çok şey bekliyorum. Zira ilk maç için bekleneni zerre kadar karşılamayan Hulk beni yeterince üzdü diyebilirim.


Şöyle bir toparlayacak olursam, ilk maç, ilk maç gibiydi.
Futbolu özlemişim. Sadece futbol konuşan, futbolu futbol için izleyen, gören, seven, sevinen insanları özlemişim.

Çok sevdiğimiz futbol bir ay evlerimize misafir olacak.

Hoş geldi, vallahi de sefalar getirdi!

Dipnot: Ne olur susturun şu Ceyhun'u, gözünüzü seveyim!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...