Bıyıksızlar.com 11 kadın yazarın futbol yorumu yaptığı bir site. Futbolun bir sanat olduğunu düşünen bu kadınlardan Tuba Kiraz bu ilişkiyi şöyle anlatıyor: “Sahayla bütünleşiyorsunuz, bu seyirciyi de içine alıyor. Saha içindekiler, tribün, atılan sloganlar, söylenen marşlar birbirinden ayrılamaz. Hepsi beraber bir performansı oluşturuyor”
Futbol sanattır görüşünü savunan, yaşları 16-27 arası değişen futbol tutkunu bir grup hanımefendi bıyıksızlar.com adresinde futbol yazıları yazıyor. Hem günlük hem de hayata dair planlarını maç günlerine, saatlerine göre ayarlayacak kadar düşkünler bu spora. Kendi takımlarının maçı olan hafta sonları için başka plan yapmıyorlar. Düşünün ki 23 yaşında güzeller güzeli bir kız, beğendiği bir delikanlının buluşma teklifine o gün maç varsa hayır diyor. Üstelik o delikanlı futbol meraklısı olsa bile, onunla maça gidip orada romans yaşamak gibi bir derdi de yok. Naciye Türkmenli (21) stattayken yanında kimin olup olmadığını görmediğini söylüyor. Yüzde yüz konsantrasyondan bahsediyoruz burada.
Neden bilmem ama belki de çok tutkulu gördüğüm için Ayşegül Acar’a (22) soruyorum, “Diyelim ki dokuz aylık hamilesin. Doğurdun doğuracaksın ve 10 gün sonra hayalini kurduğun maç var, ne yaparsın? Sezaryenle maç öncesi doğurup, kendini toparlayıp maça gitmeyi düşünür müsün?” Hiç tereddüt etmiyor. “Olabiliyorsa” diyor, “Elbette.” Tuba Kiraz (27) araya giriyor ve maçlara kucağında bebeğiyle çok kadın geldiğini söylüyor. Naciye Türkmenli ekliyor: “Benim hayalim tamamıyla Fenerbahçeli bir çocuk yetiştirmek.” Bu konuda hepsi hemfikir. Kesinlikle futbolsever çocuklar yetiştirecekler. Bunun için de futbolsever beyefendilerle tanışmaları gerekiyor tabii. Zira Ayşegül’ün de söylediği gibi futbola ilgi duymayan bir adamın onların ilgisini çekme ihtimali yok.
O şiirsellik hissediliyor
Peki onları erkek futbolseverlerden ayıran ne? Elif Parlak (23) açıklık getiriyor: “Kadınlar kendilerini daha iyi ifade edebildikleri için daha iyi yorumda bulunuyor. Analizleri daha iyi.” Bir de belki de, duygularını saklamadan yaşamaları bu ayrımlardan biridir. Hepsi de maçlarda, bazı pozisyonlarda, bazı mağubiyetlerde ya da galibiyetlerde ağladıklarını söylüyor. Arzu Bıçakçı (18) zaman zaman ağlamaktan helak olanlardan. Fenerbahçe - Shaktar Donetsk maçı öncesinde ağlamaya başladığını ve ilk yarı bitene kadar da devam ettiğini anlatıyor: “Çünkü tam şike olayları ortaya çıkmıştı ve bu ondan sonraki ilk maçtı. Uzun zamandır takımımla kucaklaşamamıştım ve üstümüze bir leke atıldıktan sonra onları böyle dipdiri görmek beni çok duygulandırdı. Ben zaten o haldeyken taraftar ‘Guiza buraya’ diye bağırdı. Böyle durumlarda futbolcu genelde gelir, taraftara el sallar, ama Guiza bununla yetinmedi, tribüne atladı ve seyirciyle kucaklaştı. İşte ben orada darmadağın oldum.”
Futboldan anlamayan biri olduğum halde o anın şiirselliğini hissedebiliyorum. Heyecan, sevinç, tedirginlik gibi duyguların bir araya gelerek bütünlüğü oluşturması söz konusu olmalı. Zaten Tuba Kiraz da futbol-sanat ilişkisini o bütünsellik içinde kurduklarını anlatıyor. “Sahayla bütünleşiyorsunuz, bu seyirciyi de içine alan bir performans haline geliyor” diyor: “Saha içindekiler, tribün, atılan sloganlar, söylenen marşlar birbirinden ayrılamaz. Hepsi beraber bir performansı oluşturuyor. O yüzden de maçı saha içinden seyretmek bambaşka bir duygu. Asla televizyonda seyretmekle aynı şey değil.” Elif Parlak da “Ben tiyatroya gitmeyi de çok severim,
o nasıl sanatsa futbol da insanlar tarafından yine insanlar için yapılmış bir sanattır” diyor. Onlarca, hatta yüzlerce taraftarın ortaya koyduğu, en yüksek katılımlı bir çağdaş sanat performansı adeta.
(Röportajın tamamını Milliyet Sanat’ın şubat sayısında okuyabilirsiniz)
O şiirsellik hissediliyor
Peki onları erkek futbolseverlerden ayıran ne? Elif Parlak (23) açıklık getiriyor: “Kadınlar kendilerini daha iyi ifade edebildikleri için daha iyi yorumda bulunuyor. Analizleri daha iyi.” Bir de belki de, duygularını saklamadan yaşamaları bu ayrımlardan biridir. Hepsi de maçlarda, bazı pozisyonlarda, bazı mağubiyetlerde ya da galibiyetlerde ağladıklarını söylüyor. Arzu Bıçakçı (18) zaman zaman ağlamaktan helak olanlardan. Fenerbahçe - Shaktar Donetsk maçı öncesinde ağlamaya başladığını ve ilk yarı bitene kadar da devam ettiğini anlatıyor: “Çünkü tam şike olayları ortaya çıkmıştı ve bu ondan sonraki ilk maçtı. Uzun zamandır takımımla kucaklaşamamıştım ve üstümüze bir leke atıldıktan sonra onları böyle dipdiri görmek beni çok duygulandırdı. Ben zaten o haldeyken taraftar ‘Guiza buraya’ diye bağırdı. Böyle durumlarda futbolcu genelde gelir, taraftara el sallar, ama Guiza bununla yetinmedi, tribüne atladı ve seyirciyle kucaklaştı. İşte ben orada darmadağın oldum.”
Futboldan anlamayan biri olduğum halde o anın şiirselliğini hissedebiliyorum. Heyecan, sevinç, tedirginlik gibi duyguların bir araya gelerek bütünlüğü oluşturması söz konusu olmalı. Zaten Tuba Kiraz da futbol-sanat ilişkisini o bütünsellik içinde kurduklarını anlatıyor. “Sahayla bütünleşiyorsunuz, bu seyirciyi de içine alan bir performans haline geliyor” diyor: “Saha içindekiler, tribün, atılan sloganlar, söylenen marşlar birbirinden ayrılamaz. Hepsi beraber bir performansı oluşturuyor. O yüzden de maçı saha içinden seyretmek bambaşka bir duygu. Asla televizyonda seyretmekle aynı şey değil.” Elif Parlak da “Ben tiyatroya gitmeyi de çok severim,
o nasıl sanatsa futbol da insanlar tarafından yine insanlar için yapılmış bir sanattır” diyor. Onlarca, hatta yüzlerce taraftarın ortaya koyduğu, en yüksek katılımlı bir çağdaş sanat performansı adeta.
(Röportajın tamamını Milliyet Sanat’ın şubat sayısında okuyabilirsiniz)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder