“Sahada Alex yoksa Fenerbahçe bir hiç” diyenler, dün akşamki maçı izlemişler mi acaba?
Tam anlamıyla Alman futbolu denir buna. Son dakikaya, hatta uzatmaya kadar maçı bırakmamak; bitiş düdüğüyle de istediğini almak…
İnanmak lazımmış meğer Caner’e. Futbolunun düzeleceğine ve hiç yılmadan saha içinde savaş vereceğine.
Öyle bir an geliyor ki, siz sadece sahada koşan adamları görüyorsunuz. Yapılan pas hatalarını sonra, kaçan golleri bir de ve ofsayda düşen forvetleri.
Bense bambaşka haller içinde görüyorum o adamları. Islanan formalarını, çoğunun alnındaki teri, Baroni’nin gözlerinde birikmiş inancı, Stoch’un kendinden emin oluşunu ve sahada olmayan o iki 10 numaranın bizi izlediğini görüyorum.
Dakikalarca koşuyorsun. Saniyede bilmem kaç pas yapıyorsun. 55 dakikaya sığan, onlarca şut çekiyorsun kaleye. Herkes bilip bilmeden konuşuyor. Rakip takım tribünleri, ayna karşısına bir kez bile geçmeden, senin aleyhinde tezahüratlar yapıyor. Sonra bir an geliyor, onlarca şutun arasından Caner’in şutu sıyrılıyor ve rakip takım susuyor.
Söz konusu Fenerbahçe ise, mücadele burada bitmez elbet.
17 rakibe karşı direnmeye devam ediyorsun. 39 dakika geçiyor ardından. Söz dönüp dolaşıp Alex’ geliyor yine. Sonra biri çıkıyor ve 90+5’te, kaleyle birlikte 17 takıma daha gol atıyor; maç bitiyor.
Sararıp soluyor ardından tam 17 kelebek. Sevinçleri sığmıyor ömürlerine.
Alex büyük, Alex kaptan, Alex her şeyimiz; kabul ediyorum. Ama onun yokluğunda Fenerbahçe yıkılmıyor, artık siz de bunu kabul edin.
Bienvenu mü? Çok değil, onun da zamanı gelecek.
Vahşi batıda böyle tipler sağlam kalmaz yoksa.
Üzgünüm Manisa, yine başaramadın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder