Siz, uzun zaman “sevdiğinden” ayrı kalmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz?
Ben biliyorum.
Birtakım sağlık sorunlarım sonucunda, bir seneye yakın Saraçoğlu’na uzak düştüğümde anladım. Sevdiğinden ayrı kalmanın acısını, kokusunu içine çekmek istediğin halde, sırf önünde engeller var diye havasız kalmanın ne demek olduğunu öğrendim.
Her engel aşılabilirdi elbet. Her suçlama, her iddia çürütülebilir.
Nefesi yetmediğinde, hiç çekinmeden kendi nefesini verdiğin takımına ulaşmanın bir başka yolu bile bulunabilirdi.
Lakin bir tahammül sınırı mevcuttu her birimizde ve o sınır çoktan aşılmıştı…
Takımları oluşturan bireyleri “kişisel” olarak kaleme almak çok da sevdiğim bir şey değildir aslında. Ancak bu kez durum tüm hassasiyetiyle karşımızda durmuş, bir başkaldırı bekliyordu. Değil yazmak, günlerce anlatmak bile kalın mermerlerle örülü beyinlere çözüm olmayacak elbet. Ama yazmalı yine de, gün olduğunda sevimsiz suretlerine vurmalı…
Ülkece, içimizden geleni yaşayacak kadar cesur olmadık hiçbir zaman. Elimizde değildi çoğunlukla ve seçme hakkımız, kapalı birtakım sandıklarla sınırlıydı; doğrusu meçhul sandıklarla. Böyle bir ülkede sevmeyi öğrendik biz.
Tarihi yüz yılı aşmış, taraftar sayısı ülkeden taşmış renkleri sevdik evvela. O renkler için savaşmayı ardından. Boynumuza doladığımız atkıları silah görüp, dilden dökülenleri delil yaptılar. Çubukların ardı değildi bu kez yatılacak yer. Omzunda silah, dilinde küfür ve kalbinde nefretle dağlar ardında hükümsüz gezenleri bile almaya cesaret edemedikleri bir yerdi…
Zicolu dönemde uzaktan uzağa tanıyıp “kulüp içinde taraftarlığına” hayran olduğum; ardından, ne vakit sonra kişisel olarak tanıyıp onurunu, düzgün duruşunu, bitmek tükenmek bilmeyen takım sevgisini öğrendiğim adam ve ona koyulan akıl almaz yasak için yazıyorum bu satırları.
“Tercüman” deyip geçeriz çoğu zaman ve bunun, bir dil çevirinden ibaret olduğunu düşünürüz. Bu durum başka takımlar için doğrudur, ancak söz konusu Fenerbahçe ise her şey değişir. Değil bir tercüman, 14 yaşında ve top toplayıcısı olan Ali de, en az bir teknik kişi kadar kıymetlidir gözümüzde.
Bu yüzdendir ki daha en daha başında demiştim, “Alex’in, Aykut’un olduğu kadar Umut Köse’nin, Samet Güzel’in, Hasan Çetinkaya’nın da şampiyonluğudur bu.” diye.
Şampiyonluğu almaya çalıştılar, başaramadılar. Direncimize el koymaya çalıştılar ardından, inancımıza… Yapamadı, başarılı olmadı hiçbiri. Şimdilerde ise sesimizi, bizim en “güzel” yanımızı almaya çalışıyorlar. Varsın denesinler.
Evet, belki Samet olsaydı Alex maçtan çıkmayacaktı.
Belki Umut tek başına mücadele etmek zorunda kalmayacaktı.
Belki de gözden kaçırdığımız bambaşka hatalar olmayacaktı.
Varsın olsun.
Üzerimizdeki hedefleri büyüsün günden güne. Samet yoksa şimdilik, Umut hala var. Umutları çoğaldıkça, hayal kırıklıkları artacak sarı ve laciverte düşman renklerin.
Güzel planlar ülkesinde, içi geçmiş demokrasilerdeyiz. Bırakın ellerinden geleni yapsınlar. Sevdiğinden ayrı kalanların hesap ödeteceği günler yakındır.
Biz sizden, siz bizden emin oldukça planları zaten ellerinde patlayacak.
Dilde tükenmiyor şimdilerde, en çok ihtiyacımızın olduğu vakitlerde:
“Çocuklar inanın, inanın çocuklar. ‘Güzel’ günler göreceğiz, güneşli günler!”
Bu yüzdendir ki, tam da bu vakitlerde kenetlenmek hepimiz için zaruri. Şimdiye kadar siz bizlere tercüman oldunuz. Zaman, içinizdeki taraftarı güçlendirme zamanı. Kötü günler gelip geçici, baki olan bizim yıkılmaz birliğimizdir.
‘Güzel’ günler için, ‘Umut’umuzu ve inancımızı asla kaybetmeyelim!
Dipnot: Ben yazımı yayımladıktan yalnızca iki dakika sonra yasak kalktı! :)
Dipnot: Ben yazımı yayımladıktan yalnızca iki dakika sonra yasak kalktı! :)
Lütfen hemen Baskan icin bir yazi!
YanıtlaSil