Yenilmez sahadaydı dün gece. Engelleri aşıp gelen, inancını yitirmeyip maçın bitimine iki dakika kala hala gol arayan futbolcusuna destek olan taraftarıyla, yenilmez yine yenilmez, hep yenilmez.
Bir deplasman maçı ancak böyle olabilirdi. Bakın, derbi demiyorum, deplasman. Alacağımız üç puanla ilgilendiğim falan yoktu. Benim tek derdim, TFF’nin bu maçta beklediğini alamamasıydı. Şimdi en başa dönmeliyim aslında.
Tüm heybetiyle karşında duran İnönü’ye karşı koyabilir misin? Üstelik bir “derbi” gecesinde, ani kararların eşiği ve bilinmezliğin çirkinliğinde… Koyamazsın tabii. Ama yenik de düşmezsin. Sen Fenerbahçesin!
En nihayetinde de öyle oldu zaten. Ne yapmamızı bekliyorlardı ki bizden? Çocuk oyuncağına çevirdikleri karar alıp verme aşamalarını ortasında sıkışıp kalmıştık. Çaresiz değildik elbet. Biz, kaldırıma tribün kuracak kadar takımımızı çok seven o taraftardık. Ama “bu duruma” düşmemizin tek sebebi aciz yönetimden başkası değildir. Bana ne derseniz deyin, asla güvenim olmayacak TFF’ye.
Maç kararlarını irdelemeyi bırakacak olursam, harika bir maçtı. Yoksa harika az mı oldu? “Türk tribün tarihi” diye bir şey var mı emin değilim ama yoksa bile dün gece Fenerbahçeli taraftar olarak bu yarattığımıza eminim. Müzeden stada bir sevgi taşmasıydı bizimkisi. Şimdi taraftarın azılı katil gibi gösterilmesinin ne manası var? Sen “koskoca takım elbise futbol adamı” kararını verememiş, başkanlık sıfat ve heyecanına yenik düşmüşken o taraftarın ne yapmasını bekliyordun? Bir de olayı orada yaşamayıp, kargaşa içinde bayılanları görmeden yazıp çizenler var. Müze kapısının Beşiktaş için, “kapalı” olmayacak kadar mühim olmadığını bilmiyordunuz değil mi? Boşverin, bilmeyin. Müzede bir şey yoktu zaten. Ama bizim, müzeden girip tribüne çıkmamızda her şey vardı. İnanç, sevgi, güven, “özgürlük”, takımını yalnız bırakmama düşüncesi falan…
Tam olarak bir dostluk maçı diyemem elbette, ama zaten derbi sonları dostluk beklenen bir şey değildir. Hemen yanlış anlamayın! Maç sonu ya da başı, rakip takım taraftarları arasında en ufacık bir gerginlik olmadı. Ama saha için, dışı kadar “dost canlısı” değildi. Savaş vardı sahada. İnat ve inanç aynı anda savaşıyordu. Galip gelen olmadı. Ama bir Baroni vardı mesela, “taraftar müzedense ben de füzeden” dedi ve beraberlik golümüzü attı. Gece rüyama giren, sabah kalktığımda ilk aklıma gelen ve boğazımda düğüm olarak kalan golün sahibi, bence gecenin galibiydi.
Bir de Caner, Fenerbahçe’deki varlığı boyunca en iyi maçını çıkardı. Hatta inanmayacaksınız, maç sonunda alkışladım bile onu!
Beşiktaş’a değinecek olursam, “pahalı yıldızlar”ın ufaktan sönmeye başladığına canlı canlı şahit oldum işte. Ama bir Necip Uysal, artık elinden tutup Hiddink’e teslim etme zamanı gelmiş bir “mini yıldız”, üstelik kimse bunun farkında olmasa bile…
Şimdi inandınız mı Fenerbahçe’nin büyüklüğüne? “Eğer sen TFF, hakkımızı vermezsen, gelir alırız!” dedi ve öylece, kimseye, o çok değerli müze kapınıza ve taraftarınıza zarar vermeden girdi maça.
Gönül rahatlığıyla bunu söyleyebiliriz sanırım: “Dünya yansa biz buradayız, asla yalnız olmayacaksın!”
bu baskın bjk'ye yapılmış bi baskın değildi,bu baskın sisteme yapılmış bi baskındır bjk'liler üstüne alınmasın lütfen...!saygılar(mustafa)
YanıtlaSilAma ne yazık ki onlar, bunun sebebini anlayacak olgunluğa sahip değillerdi..
YanıtlaSil