Ligin onuncu haftasında zirveye yaklaşma umudu ve hırsıyla maça çıkan, “lokum gibi” olabilecek maçı değerlendirmeyi hedefleyen ve o düşünceyle sahaya çıkan Galatasaray ile sizin ismini “Mersin İdman Yurdu” olarak bildiğiniz iki takımın maçı vardı.
Dünkü Fenerbahçe maçından sonra gariptir ki bu maçı izlemek için adeta saatlerin geçmesini bekledim. İyi ki bekleyip izlemişim. Tek kelimeyle muhteşem bir maçtı. Kime ve neye göre diyeceksiniz, açıklayayım. Bir maçı tarafsız izlemenin verdiği haz başka hiçbir şeyle ölçülemez zaten. Ben de öylece, “kim kazanırsa kazansın, yeter ki bol pozisyon ve gol olsun” düşüncesiyle televizyon başına geçtim. Tamam, işin gol kısmı belki gerçekleşmedi ama pozisyon açısından oldukça zengin bir maçtı.
İki takım için de şunu rahatça söyleyebilirim ki, onca pozisyona rağmen olmayan golleri düşünürsek top ya da kale bizimkileri sevmedi. Ama Galatasaray’ı sevmemesinin tek nedeni manevi değil. Maçın adamı, bana göre Mersin İdman Yurdu’nu şahlandıran o dev kaleci. Üstüne üstüne gelen pozisyonlardan ustalıkla kurtulmayı başardı ki bu takım arkadaşı penaltı kaçıran her kalecinin harcı değildir. Evet, belki penaltı kaçmış olabilir ama sahada bir Nduka vardı ki, bu adamı izlemek sahiden büyük zevk veriyor!
İtiraf edeyim, MİY maçlarının “sıkı takipçisi” olmadım sezon başından bu yana. Ama Galatasaray maçından sonra “takip edilecekler” listesinde zirveye oynayacağı benziyor şimdilik.
Galatasaray’a gelecek olursam, “şanssızlık” formasından tutmuş gidiyordu diyebilirim. Gözler Baros’u aradı hep, ama yoktu. Olsaydı değişir miydi? Evet, hem de birçok pozisyonun üstesinden gelerek gole çevirirdi. Öyle bir değişirdi ki! Unutmadan şunu soracağım, Sercan’ın maçlara çıkması zorunlu mu? Nasıl güvenip çıkarabildiklerine şaşırıyorum ben hala. “Gerideki adama pas vermeye çalışan Sercan’ın dramı” üzerine sayfalarca yazı yazılabilir. Sercan’dan geriye pas, biraz daha geriye, daha da geriye. Sercan topu kaybeder. Bu hep böyle mi gidecek merak ediyorum açıkçası. Ama şuna da değinmeden geçemeyeceğim, benim geçtiğimiz aylarda hiçe sayıp laflar söylediğim Muslera fena değildi bu maçta. Hatta sanırım son birkaç maçtır fena değil. Kazım ise bildiğimiz Kazım işte. Hala önünde iki rakip takım futbolcusu varken toptan sıyrılmayı başaramıyor…
Bir de Galatasaray taraftarı maçları izlemeye gerçekten istekli değil mi? Tribünlerin bu kadar boş olması hiç de hoş karşılanacak cinsten değil bence. Gitmeli, takıma “her hal ve şartta” destek olmalı. Ancak böyle güç kazanır futbolcular, böyle inanç…
Fırat Aydınus’tan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu adam gerçekten maç yönetmeyi biliyor, her şeyin altından ustaca kalkabiliyor…
Maç sonunda dilimde kalan tek şey: “Ne Mersin’i, Barcelona İdman Yurdu bu!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder