Başlıktan da anlaşılacağı gibi, herkesin konuştuğu şeyi yazacağım şimdi.
Birini sevmek başlı başına zor bir eylemken, sevdiğin yüz yılı aşkın tarihe sahip bir takımsa, durum daha da zorlaşıyor. An geliyor sevgin için sınırları aşıyor, bazen de ona çok yakınken kavuşamamanın acısını yaşıyorsun. Ligin ilk maçında, nefeslerimiz tükenircesine, uzaktan uzağa desteklerken takımımızı tam olarak bu acıyı yaşıyorduk. Kavuşmaya daha çok vardı ve muhtemelen bu acı da gittikçe büyüyecekti. Tam da bu esnada hepimizin bildiği, şaşırtmayı çok seven TFF kararı çıktı. Ligin üçüncü maçı, ikinci haftasına denk gelen Manisaspor maçı için tüm Fenerbahçeli hatunlar “kuşandık sarı-laci, Saraçoğlu yokuşlarında”…
İtiraf edeyim, tribün olarak büyük ama futbol açısından oldukça az umutlarla gittim maça. Kadınların tamamından aynı futbol ve tribün bilgisini beklemiyordum ama gördüklerim karşısında büyük hayal kırıklığına uğradım… Bir tek, “bedava yaptık koş koş” sloganı eksikti. Korkum başlayacağı yönündeydi bir de… Tribünün adabımuaşeretini bilmeyen her hatun çoluğunu çocuğunu kapıp gelmişti. Tamam, belki asıl amaç ve mantık buydu ama dilimize yapışan tezahüratlar yerine stada konser havası veren “bir daha, bir daha!” tezahüratını yapmak hiç hoş olmadı…
Fakat her şeye rağmen, işini gücünü bırakıp gelmiş yaklaşık 40 bin kadın vardı statta. Bu ne demek biliyor musunuz? Manisa maçının tam olarak karşılığı, “aşk” oluyor işte. Hayatında belki de ilk kez maça gelen kadınlar vardı tribünde, hatta çoğu öyleydi. Belki de tek geldiler, şehrin bir diğer ucundan. Ama her şeye rağmen, sadece kalpten dile dökülen ve aşkı en iyi anlatan amaç için, yani Fenerbahçe için oradaydılar…
Maça dönecek olursam, beklediğim futbolun aynısıydı. En fazla ne olabilirdi ki zaten? Başta Aykut hocanın Stoch ve Bienvenu kararını anlamakta güçlük çektiğimi belirteyim. Bir de sorum olacak hemen ardından, bu Caner’in futbolu hiç mi düzelmeyecek? Adamsız yerlere top atma olayı ya da… Futbolundan hiç hoşlanmadığım diğer iki isim olan Bekir ve Bilica’nın da sahada geniş yer kaplamasıyla maçta tat tuz kalmamıştı bana göre. Böyle kötü futbolun sebebi elbette fiziki yorgunluk. Biraz daha böyle giderse, lig bitimine bir ay kala tüm maçları oynamış olacağız zaten. Bunun, futbolcular için ne kadar zor olduğunu tahmin etsem de, Semih’in oyununa şaşırdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Uzun ve yorucu günlerin kötü izlerini silmeye çalışan futbolcuların omuzlarındaki yük arttıkça, futbolları o oranda kötüleşecek korkusu yaşıyorum. Ama biliyorum ki, benim futbolcum kendini toparlama yollarına gidecektir.
Kaptan Alex için söyleyecek pek sözüm yok aslında. Evet, akşamki maçta iyi değildi. Ancak 42 bin küsur kadın aynı anda sizin de isminizi bağırsa, bu kadar bile “iyi” olamazdınız.
Tezahüratlar dışında Dişi Kanaryaların içtenliğinin yanında, bir başkası daha vardı. Yine yedek kulübesinin kenarında, oturmasıyla kalkması bir olan, Güzel bir adam vardı. Samet Güzel’den bahsediyorum elbette. Samet’ten ve kaçan gollerde, yedek kulübesinden güç alarak sinirlerine hâkim olmasının verdiği güven ve içtenlikten bahsediyorum. En başından beri söylüyorum, futbol bu adamlar ve futbolu seven, onu yaşayan kadınlarla güzel…
İki puan rakip takımların cılız puan tablosu karşısında büyük bir kayıp değil, ancak olmaması gereken bir şeydi. Deplasman dönüşü, mabedin kadınları yerini Saraçoğlu’nun çocuklarına bırakacak. Maça “ücretsiz” olduğundan değil, sadece destek için gelen hatunlarla birlikte, hep bir ağızdan en güzel tezahüratlar sıralanacak…
Ve mabedin gerçek sahipleri söyleyecek son sözü: “Haklıyız kazanacağız” diye…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder