27 Ağustos 2014 Çarşamba

Bu Fenerlilere Ne Oluyor?

Blog sayfamı açıp, özellikle futbol odaklı yazılar yazmaya başladığımdan beri, kalemimden geldiğinde objektif olmaya çalıştım. Tarafsız olmakla objektif olmak birebir aynı şey değil bence, o yüzden özellikle objektif kısmına vurgu yapmak istiyorum. He ne kadar başarılı oldum, o sizin takdirinize ve bakış açınıza kalmış, bilemem...

Lakin şimdi, bu yazımda, hiç de tarafsız olmayacağım. Bizzat benimle aynı renge gönül verenlere, Fenerbahçelilere yazacağım bu yazıyı, izninizle...

Süper Kupa maçından sonra birtakım sosyal paylaşım sitelerinde güncellediğim durumlara epey tepki aldım. Galatasaraylılardan iyi, Fenerlilerden kötü... Amacım bir tarafın beni iyi görmesi vs değil. Kusura bakmayın ama bununla ilgilenmiyorum. Birileri mutlu olsun diye de yazmıyorum. Ve kim ne derse, ne düşünürse düşün, bugün bu yazıya gördüğümü, hissettiğimi yazacağım.

Arkadaşlar ne oldu bize, size? Ne zamandan beri hataları görmez olduk? Ya da gördüğümüz hataları dile getirince 'hain', 'çakma Fenerli' sıfatını alır olduk? Ne istiyorsunuz, anlamıyorum ki... 

Maç içinde değil gol pozisyonuna girmesi, nabzımı bir tık arttıracak, heyecanlandıracak herhangi bir hamlede bile bulanamayan Sow'a, Emenike'ye kızamayız mesela. Haşa! Olur mu öyle şey! Fenerbahçe'den büyük canım onlar! Bedavaya oynuyorlar ya. Yaptıkları her yanlışta sırtlarını sıvazlamaya, arkalarından besteler yazmaya devam ederiz biz, mühim değil. Kaybeden Fenerbahçe nasılsa...

Hele Volkan'a laf etmek mi? Amanınn! İmkansız! Yahu siz aklınızı mı kaçırdınız?
Bu performans ve yaştan sonra futbol adına özel bir yerlere gelemeyeceğini, hatta taraftarlarının büyük çoğunluğunun artık kaleyi ufak ufak Mert'in almasını istediğini bilen ve bizim 'ateşli' her bir şeyde alev alan tribünlerimizi ve taraftarlarımıza oynamayı seven Volkan'a nasıl olur da laf söyleriz?

Ya da diğerlerine...

Şimdi siz zannediyorsunuz ki, biz Volkan'a kızdığımız için Melo'yu haklı buluyoruz ya da savunuyoruz. Mesele bu değil arkadaşlar. Mesele, Volkan gibi spor ahlakından ve Fenerbahçe'yi temsil etmekten uzak bir adamı, körü körüne savunuyor olmanız. Dünya üstünde tek Fenerbahçeli bile bulamazsınız ki, Melo'ya sempati duysun. Yani iş Galatasaray, Beşiktaş, Bursa falan değil.

Yok Volkan çok hırslıymış, taraftar olarak oynuyormuş. Oynama kardeşim! Profesyonelsin sen, işini yap. Biz sahaya inip maça müdahale ediyor muyuz? Etmiyoruz. Öyleyse sen de daha fazla tribünlere oynama!

Volkan'ı o kadar çok seviyordum ki, o kadar olur. Kaleden eli emeği eksik olmasın, her daim giysin formamızı derdim. Ama son yıllarda çok bozdu kendisini.
Maç esnasında duymadığı laf kalmayan Caner'e bakın, o yapıyor mu aynısını? Yapmıyor. Amacım kesinlikle kıyaslama değil ama bulunduğun yeri, mevkiyi, giydiğin formayı, adamlığı ve en önemlisi de haddini bileceksin!

Değil Volkan, Neuer gelse değişmez bu.

Futbol bir tek Türkiye'de yok arkadaşlar. Sadece size küfredilmiyor yani. En basitinden ben, en ufacık bir yazı yazdığımda kaç tane küfürlü yazı düşüyor mail'ime. Aynı şey olmayabilir ama paralel. Herkes işini ahlakıyla ve gerektiği şekilde yaptığı müddetçe hiçbir sorun çıkmaz.

Melo'yu konuşmak bana düşmez. Onu konuşmama gerek bile yok zaten, her şart ve durumda kendini belli ediyor. Ben kendi takımıma, ona katkı sağlayanlarına ya da köstekleyenlerine bakarım.
Eleştirmek en büyük ve en tabii hakkım. Sırf siz kendinizi 'daha çok seviyor' olarak göstereceksiniz diye, yanlış gördüğümü söylemekten bir adım dahi geri durmayacağım.

Benim sonsuz sevgim Fenerbahçe'ye. Elbette forma giyen adamlara da saygım ve sevgim mevcut. Lakin nasıl daha kaç hafta önce Ersun Yanal'a saygı duyuyorduysam, şu an yerini İsmail Kartal'ın almış olduğu gibi, Volkan ve takıma diğer yakışmayan hadsizlerin de, Fenerbahçe menfaat ve iç huzuru için elbet yerini alanlar olacaktır...


25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Futbolcu Nasıl Kahraman Olur?



Olmalı mıdır ya da? Asıl soru budur belki de, bilemiyorum.

Arkadaşlar biz futbolu, futbolcuları ne olarak görüyoruz? Ya da onlar sahadayken kendilerini ne zannediyorlar?
Aslında öyle sinirliyim ki, kelimeleri bir araya getirmekte bile zorlanıyorum doğrusu. Bir hatam olursa, şimdiden affola...

Güzel bir organizasyon niyetiyle başladı Süper Kupa derbisi. Gelirinin Soma'ya gidecek olması bir yanımıza, "futbolda hala insani değerler varmış meğer" dedirtti üstelik. Lakin biz Türkiyeliler, insaniyeti kaybedeli çok olmuş ne yazık ki...
Maçı "kendimce" değerlendirmeye geçmeden evvel, futbolu futbol yapan o asıl kıymeti, özü kaybeden futbolcu ve taraftar bozmalarından biraz söz etmek istiyorum. Dilimden binlercesi haykırsa da bu akşam buraya, hiçbir kötü söz yazmak istemiyorum... Soma için.

Evvela top Caner ile buluştuğunda, kendini önce taraftar sonra belki de tamamen kazara "erkek" zanneden bir kesimin Berkay diye tezahürat yapmasına ne diyoruz?
Ya da annesi tarafından doğurulmayıp -çok affedersiniz- sıçılan birtakım Fenerbahçeli ve Galatasaraylı densizlerin sahaya yabancı madde atmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Peki ya sonra, kendisini futbolcu zanneden ve üstüne üstlük "milli kaleci" olan Volkan Demirel'in yaptığı, halı saha maçına çıkan 18'lik çocuğun yapmayacağı o hareketi yaptığında ne hissettiniz?

Ben nefret ettim. Türkiye'deki futboldan, takımlarından, futbolcularından, taraftarlarından... Ya da kendilerinin bu sıfatlardan herhangi birine ait olduğunu zanneden o insancıklardan nefret ettim.
Erman Toroğlu onlarla çılgınlarcasına dalga geçtiğinde, söylediklerine bile güldüm! Ne derece nefret ettiğimi anlamışsınızdır sanırım.

Çünkü bunlar, sahaya bir şey attıklarında taraftar, adam, insan olduklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar taraftarlığı, üç beş kuruşu zor denkleştirerek gittiği deplasman maçından, en azından bir iki yerinde çizik olmadan dönünce, erkeklikten yoksun sayılacaklarını zannediyorlar. Çünkü bunlar işsiz, çünkü bunlar sevgisiz yetişmiş, sevgisiz büyütülmüş. Bir takımı, bir rengi sevmenin kutsallığını asla ama asla öğrenemeyecek zavallılar bunlar. Yazık ki bunlara ceza vermeyen, bunları tespit edemeyen TFF'ye de, takım yönetimlerine de!

Maça dönecek olursam...

İki takımdan da bir şey olmaz arkadaşlar bu yıl. Ne Fenerbahçe dördüncü yıldızını takabilir ne de Galatasaray.
Maçın oyuncusu seçilen Muslera, takımın en iyisiydi. Ardından onu takip eden ilk ve son kişi de Semih oldu.
Yasin'in amatörlüğü şu an değil belki ama profesyonel bir Galatasaray'da epey sırıtır, benden söylemesi. Bana kalırsa Galatasaray bu sene, ikinci Rijkaard dönemini yaşayacak.

İsmail Kartal ise belli noktalarda Fenerbahçe'ye yarıyor gibi gözüküyor. Lakin, forvetsiz oynayan bir Fenerbahçe her maçı penaltılarla alamayacağı için, bir golcü bulmadan iyi bir sezon geçirmesi imkansız.

Elbette Fenerbahçe'nin aldığı bu kupada Ersun Yanal etkisi büyük. Fenerbahçe'ye hücum futbolunu "öğrettiği" için kendisine ne kadar teşekkür edilse, az bence...

İnanın o kadar keyifsizim ki saha dışındaki olaylar yüzünden, maçı bile uzun uzadıya yazamıyorum. Oysa hakem değişikliği, orta hakemin çaresiz beceriksizliği, çıkan kramponlar, Muslera'yı alkışlayan Fenerbahçeliler gibi değinmem gereken "tam benlik" olaylar var ama neyse... Aşağı yukarı yazabileceklerimi artık biliyorsunuz zaten :)

Son cümlelerim de şu olsun öyleyse:
Tebrikler uzun zamandan sonra sezona "başarılı" başlayan Fenerbahçe ve tebrikler geldiği ilk günden bugüne dek, Galatasaray'ı dimdik ve tek başına sırtlayan Muslera!

Dipnot: Beyler, bir de ister misiniz bu Galatasaray devre arasında Ersun Yanal'ı alsın? He?

19 Ağustos 2014 Salı

Demba Ba vs. Szczęsny

Maça ve dolayısıyla konuya geçmeden evvel, Arsenal kalecisi abimizin adının nasıl yazıldığını Google'layarak bulduğumu itiraf etmek istedim.
Şimdi asıl mevzuya, yani, bir yanda Fenerbahçe diğer yanda Beşiktaş maçlarının olduğu akşama geçebiliriz.

Beşiktaşlı güzel arkadaşlarım günler günler öncesi maç bileti almak için sıraya girmişler. Birçoğuna maça gitmek istediğimi, maça bir iki gün kala söylediğimden hepsi şikayet etti bana. Zaten saatlerce sıra beklemişler bilet için, söylesem alırlarmış falan. Nereden bilecektim ki? Sıra olayından rahatsızlık duyan arkadaşlarım "Passolig" almamış olanlardı, keşke alsaydık, diyenleri dahi duydum. Oysa geçen yıl tribünde en çok karşı çıktığımız şeydi bu.
Gerçi ben ne geçen sene kombine aldım ne de bu sene alacağım. Maddi açıdan biraz daha rahatladıktan sonra eski kombine düzenime devam ederim diye düşünüyorum. O zamana kadar da, passolig bilet konusunda en büyük yardımcım olacak ister istemez...

Beşiktaş'ın bu önemli maçı önce çok sevgili Süleyman Seba anısına saygı duruşuyla, hemen ardından da üçüncü saniyede Beşiktaş lehine kaça golle başladı. Devamında, en azından ilk yarıda birkaç önemli pozisyona daha girmeyi başarmış olsa da Beşiktaş, ben kulağımı taraftarın tribünde oluşturduğu güzel ahenge verip, maç içindeki tuhaflıkları izlemeye koyuldum.

Sanırım şunu söylemeden edemeyeceğim ki, Bilic bana artık samimi gelmiyor. Evet, başlarda ben de herkes gibi bu adamı çok samimi ve 'bizden' buldum ancak o zayıf vücuduna oturtmaya çalıştığı kabadayımsı hareketleri ve aşırı artmaya başlayan maç esnasındaki çalımları bana çok yapmacık gelmeye başladı. Dolayısıyla acayip de soğudum kendisinden. Kamera ne zaman ona dönse elleri belinde ve pantolonunun içinde, gömleğini düzeltiyor omuzlarını geriye vere vere. Sanırım ben bundan çok tiksindim...

İlk ve ikinci yarıda Beşiktaş'ın peş peşe kaçırdığı goller beni zaman zaman deli etse de, ani ataklarla Beşiktaş kalesini sağlama yoklayan Arsenal, durumu her şartta dengelemeye yetecek gücü olduğunu gösterdi bizlere.

Bu maçın sonucunun ne olduğu bana kalırsa çok da önemli değil lig açısından. Çünkü tahminlerimde yanılmayacağımı ve Fenerbahçe ile Galatasaray'ın şuursuz oyunlarındaki boşluğu fırsat bilirse eğer, Beşiktaş'ın şampiyon olacağına inanıyorum.

Bir de yıllardır izlerim şu futbol denen oyunu ama hala başta Arsenallı futbolcuların tamamı olmak üzere, vücudu sağlam tüm adamların niye ısrarla dar ve üstlerine yapışan forma giydiklerini bir türlü anlamam. Üzgünüm beyler ama hiç de seksi olmuyorsunuz. Böyle daha çok alçıdan yapılmış heykel gibisiniz.

Demba Ba iyiydi, hoştu, güzeldi. Çabuk uyum sağladığı Beşiktaş'ta parladığını söylemem çok da yanlış olmaz sanırım.

Maç ilgili söyleyeceğim bir diğer şeyse, sonunu zor getirdiğim. O kadar çok uykum geldi ki maçı izlerken, keşke Fenerbahçe'nin Roma ile olan maçını izleseydim demeden edemedim haliyle.

Son olarak kısaca toparlayacak olursam, maçın son 10 dakikasına bir kişi eksik giren Arsenal karşısındaki Beşiktaş'ın şüphesiz en çalışkan ismi Mustafa oldu. Lakin paslaşırken bile organize olamayan ve birbirini göremeyen bir Beşiktaş vardı ki bu da, deplasmanda onları epey zorlayacaktır diye düşünüyorum. Ve özellikle de maçın uzatma dakikalarında Beşiktaş baskıyı arttırmış olsa da, "futbol şansı" onların yanında kalmayı seçerek maçın 0-0 bitmesini sağladı.



Dipnot: Şu fotoğrafı koymasaydım inanın içim rahat etmezdi. Belki Beşiktaşlılar görünce bana kızacaklar ama ben daima birçok yerde Beşiktaş'ı desteklemiş biri olarak, şu görüntüye o zaman da hem gülmüş hem de üzülmüştüm. Şimdi de paylaşmanın tam sırası olduğunu düşündüm...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...