27 Mart 2012 Salı

Benim Adım Fenerbahçe



Çok derinlerde, kanamaya devam eden bir yaram var benim. Kırmızı değil bu kez; rengim kadar sarı ve rengim kadar lacivert.

Kan kaybediyorum. Ben düğümlenen boğazıma engel olamadıkça, titreyen ellerim bana hâkim oluyor. Yara alıyorum her gün. Ben yara aldıkça onlar direniyor, onlar direndikçe ben güçleniyorum.

Kaybederken güçlenmek nasıldır, bilir misiniz?
Ben biliyorum.

Sahada futbolumu oynarken, tribünde ellerini açmış dua eden taraftardan biliyorum. Alınan her maçın ardından Allah’ına şükürlerini gönderen Aykut Kocaman’dan biliyorum.

Yürüyemiyorum.

Ben yürüdükçe ayaklarımın bağı çözülüyor, adım atamıyorum. Dolanıyor ipler birbirine. Nefesim ta kalbimden geliyor.Bir ses duyuyorum tribünden, bir dua, bir marş, bir haykırış…
Farklı isimlere farklı sıfatlar ekliyor çoğu. Şükrü Saracoğlu’nun çimen kokusu doluyor burnuma, Alex’in gözlerindeki inancı görüyorum.

Bir adam sadece top takip ediyor, kulübedekiler her pozisyonu ayakta izliyor, 46 bin kadın hiç susmadan tezahürat yapıyor, dünyanın en büyük kupasını bu zor zamanda kazanıyor ve sadece as başkanı dimdik ayakta duruyor diye ağlar mı bir insan? Ben ağladım.

Alex’in topuk pasında ağladım önce, kurtardığı toplara sıkıca sarılan Volkan’ın gözlerinde ateşe takıldı kalbim ardından ve yeniden inandığım her an kesildi nefesim.

Söyleyeceklerim var, söyleyemiyorum. Yazıyorum sadece, yazabiliyorum.

Kötü oynuyorsun diyorlar bana, geçen seneki mücadelemin olmadığını söylüyorlar. Haksız da sayılmazlar aslında. Diyorum ya, o formayı giydiğim her an, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor. Formadaki çubuklara tutunup, ışıkları kapatıyorum. Fenerbahçe için canını verecek bir başkanın yerine koyuyorum kendimi. Darmadağın oluyor her şey. Kan, gözlerimden geliyor bu kez.

Herkes benim için bir şeyler söylüyor. Şikeci diyor bir kısmı, satılık olma durumlarını yok sayarak, oynamadığımı söylüyor birçoğu da. Başım yastıkla buluştuğunda daha da acıtan, kalbimdeki derin acıyı bilmeden, yokluğu hissetmeden konuşuyor herkes.

Bana yetişemeyecekleri için, kirletmeye çalışıyorlar. Yeni planlar yapıp, uygulamaya koyuyorlar.
Peki, şimdi temizlendiler mi?

Oyun dışı bırakamadıkları için, daha çok hırslandılar belki de.

Ama siz bilmiyor muydunuz?
Benim adım Fenerbahçe. Ben, asla pes etmem!

Yine Omuz Omuza



Bir başkadır derbi sabahlarına uyanmak. Şehrin bambaşka bir yanını daha tanıyıp, bambaşka havasını solumak ve sarıyla laciverde yeniden âşık olmak gibidir.

05.25
Sabaha karşı, bir rüyadan uyanıyorum; Aykut’un attığı gollere çığlık çığlığa sevinirken, aniden uyanıyorum hem de. Beni uyandıran neydi? Düşünmüyorum bile. Giyiyorum Çubuklu formamı üzerime, kapıyı ardına dek açıp gidiyorum. Fenerbahçe’me, Fenerbahçeliliğin asla ölmeyeceği Kadıköy’e gidiyorum.

14.00
Boğa’nın çevresine toplanmış binlerce Fenerbahçeli var. Havada derbi, havada bahar, kalplerde heyecan… Boynumdaki sarı lacivert atkıya sarılıyorum sıkıca, tüm gücümü ondan alıyorum adeta. Boğa’dan stada giden yolu, bana göre asırlar süren bir vakit yürüyorum. İçimden galibiyet duaları ediyorum, aklımı kalbime taşıyor: “Kadıköy’den çıkış yok” diyorum. Kadıköy’den çıkış olmuyor yine.

19.07
Adım adım stada giriş yapıyoruz. Elimde Fenerium Alt biletim var, yanımdaki babama bakıyorum. O benden daha çok inanıyor yine.
Maça ilk kez annemin kucağında gelmişim. Onu değil ama ilk derbi maçımı iyi hatırlıyorum. Stada girdiğimizde babam beni kucağına alıp, parmağıyla uzak bir yeri gösteriyor. Aziz Yıldırım duruyor parmağının gösterdiği yerde. Kulağıma yaklaşıp, “Aziz Baba” diyor. O günden sonra da, benim bir diğer yarım da o oluyor işte, Aziz Baba diyorum. Dakikalar sonra gol oluyor, annem ağlıyor.

20.00
Kanınızın içinize aktığı oldu mu hiç? Avuçlarınızdan başlayıp evvela, damarlarınızdan geri aktığı… Hücrelerinizde dolaşıp gözlerinizden yaş, kalplerinizden inanç ve dudaklarınızdan tezahürat olarak çıktığı ya da…
Sahi, kanınızın son damlasını Saracoğlu’nda bırakmak istediğiniz oldu mu hiç? Benim oldu. Hem de her defasında. Stada adım attığım her maç, sanki ilk kez giriyormuşçasına heyecanlanmam bundandır. Bir daha asla çıkmak istemeyişim sonra. Burada, kutsal topraklarda, dilimde Fenerbahçeliliğime şükürlerle ömrümü geçirmek istediğim.
Fenerbahçe’me geldim yine. Ellerimde çiçeklerin olduğu yok elbet. Bayraklar var ama dört bir yanımda, omuz omuza dakikalarca mücadele verdiğimiz, sevdamızın bir olduğu Fenerbahçe âşıkları var…

20.10
Derbinin onuncu dakikasında gol oluyor. Babam parmağıyla uzakları gösteriyor yine. Aziz Başkan’ın dev posterine bakıyoruz gol sevincini yaşarken. “Büyük Başkan’ın eseri bunlar” diyor babam; bense içimden varlığına şükürler ediyorum.
Fenerium Alt B bloktan, on altıncı dakikada gelen Alex’in golünü görüyorum. Golü görüyorum da, sesim yetmiyor artık bağırmaya. Gözyaşlarım tezahüratlarımla buluşuyor. İçimden taşan anılarım oluyor, hiç durmadan dualar ediyorum…

22.05
Goller atıp, goller kaçıran Galatasaray’dan sonra içim sızlıyor bir vakit. Bir şekilde olmuyor, galibiyet getirmiyor bu maç.
Ağır adımlarla gidiyorum Kadıköy’den. Babam kolumdan tutup durduruyor, dön ve bir kez ardına bak diyor. Arkama bakıyorum. Nasıl gelmiştik biz bu günlere? Hangi şampiyonlukları kutlayıp, alın terimizle hangi kupaları kaldırmıştık?
Biliyorum işte, benim Fenerbahçe’m her şeyden ve herkesten büyük!

00.44
Sonradan fark ediyorum en büyük galibiyetin omuz omuza yıllar tüketmek ve bu yüce birliği Kocaman sevdayla harmanlayıp, Aziz Fenerbahçe’nin bir parçası olmak olduğunu…

02.52
Bir rüyadan uyanır gibiyim yine. Dilimde aynı şeyler. “Şampiyonun dostu olmaz” diyorum ve biliyorum, bizim bizden başka dostumuz yok Fenerbahçe’m. Olması da gerekli değil zaten.

11 Mart 2012 Pazar

Bıyıksızlar Posta Gazetesinde!


Bıyıksızlar bugün Posta gazetesinin Pazar ekindeydi. Gün bitmeden alın, okuyun! :)

9 Mart 2012 Cuma

Q7 Hangi Takımlı?


Eğer daha insaflı olmaya karar vermeseydim, fazlasıyla şiddet içeren satırlar görecektiniz burada.

Futbolun bambaşka bir şey olduğunu oturup yeniden ve uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ününü kazanmış birtakım adamların da neden bekleneni veremediklerini biliyorsunuz.

İşte o adamlardan biri de Quaresma. Normalde olsa, zerre kadar umursamayacağım performansı, dün akşam beni delirtti.

Yahu bir insan nasıl bu kadar isteksiz olabilir?

Tam da bu soruyu, A.Madrid maçını izlerken düşündüm. Sevmediği bir takımda ve sevmediği insanlarla olsa bile, futbolu seviyorsa bir adam, top ayağına değdiği anda unutur tüm dertlerini. Futbol oynamadım o hissin ne olduğunu bilmiyorum.

Ama ben bile maç izlerken tüm dert ve sıkıntılarımdan arınıp, kendimi sadece o doksan dakika yaşıyormuş gibi hissediyorsam, benim izlediğim adamların da benzeri şeylerle dolu olması lazım.

Bir Türk takımına transfer olduğun, o formayı giydiğin ve her renkten yüce taraftarla buluştuğun andan itibaren, bambaşka bir çekim gücüyle, zaten o takımın taraftarı oluyorsun.

Eğer Beşiktaş’ın çok sevgili Quaresma’sı hala Beşiktaşlı olamadıysa, yazık onun o formayı taşıyan haline.
Bir tek o mu kötüydü maçta diyeceksiniz, elbette durum yalnızca Q7’den ibaret değil.

Veli’ye kızayım diyorum ama itiraf edeyim, kızmak pek de içimden gelmiyor. Yaptığı hatalar affedilir gibi değil. Ancak görev bölgesi dahilinde bulunmayan bir alanda, yapabileceğini yaptı aslında.

Yergiyi bir kenara bırakırsak, Madrid’in 21’lik golcüsünden 19’luk kalecisine kadar herkes hak etmişti bu galibiyeti. Fazlasını hatta.

Bir de güzeller güzeli golünü attıktan sonra tereddüt etmeden maça devam eden, hiçbir sevinç gösterisinde bulunmayan Simao’yu ayrıca alkışlamak istiyorum. Yıllarını verdiği takıma gol atmak zorunda olmak, attığı için sevineceği anlamını elbette taşımıyor. Görevini yapıp, içindeki renge olan saygısını bir kez daha gösterdi Simao. Gereken de buydu aslında.

Unutmadan; hayatında ilk kez UEFA’da gol atıyormuşçasına, deliler gibi sevinen A.Madrid teknik adamına nasıl sövdüğümü de itiraf etmeden geçemeyeceğim.

Şimdilik Karakartal, Madrid’de uçuş seferlerini iptal etti!

Bıyıksızlar


Bıyıksızlar olarak Kadınlar Günüyle ilgili Karşıyaka Life Dergisi'ne konuştuk.
Derginin mart sayısında yer alan röportajımız bayilerdeki yerini aldı.

İzmirli ve özellikle Karşıyakalı dostlarımızın alıp okuması bizleri ayrıca mutlu eder! :)

4 Mart 2012 Pazar

Şike Yaptım



Açık itirafımdır buradan herkese, şikeyi ben yaptım.

2010-11 sezonunun ilk yarısında ve her maçta, an be an çöküşü yaşadım. İçim acıdı, içimi yine Fener acıttı. Sonra vakit geldi ikinci yarıya ve her şey, adım adım renk değiştirmeye başladı.

Sebebi bendim bu değişimin, şikeyi ben yapmıştım.

Gaziantep maçıydı.

Muazzam bir oyun golle sonuçlanmadığında ne olur bilirsiniz. İnanamazsınız gol olmadığına, lanet edersiniz belki de şanssızlığınıza. Ama beklenen gol gelmez olur.

Şampiyonluğa giden son maçlar tehlikelidir. Antep maçında, o tehlikeyi tribünde yaşadım ben.

Dakika doksandı, uzatma yeni verilmişti. Migros Üst’ten Stoch takıldı gözüme. Bana göre asırlar süren bir vakit Stoch’a baktım. “Yaparsın be oğlum” dedim. Yapamadı. Sonra dayanamadım, şike yaptım. Farkında olmadan ağlıyordum. Gözlerimi kapattım, “Geleceğimi al ama bu maçı bize ver” dedim. Bir dakika geçti ya da geçmedi; tamı tamına 90+4’te Andre haykırdı. Goldü. Yanımda kim olduğunu hatırlamıyorum. Ağlayıp bağırıyordum sadece. Bir de sarılıyordum adını bile bilmediğim, sevdamızın bir olduğu tribün kardeşlerime.

Sonra vakit geldi Bucaspor maçına. Maç öncesi takımdan bir arkadaşımla konuştum. “Buca kolaydır, alır gelirsiniz” dedim; çok güvendim en başından.

Bu kez her zamanki deplasman geleneğimden vazgeçip dışarıda izledim maçı. Goller oldu ilk yarı, ardı arkası kesilmeden geldi. Bucaspor atıyor, Bucaspor alıyordu. Avuçlarım acıyordu, biraz daha zorlasam kanayacaktı belki de.

Durup düşünecek vakit yoktu. Devre arasında oturduğum mekândan kalkıp eve gittim. Karar vermiştim işte, şike yapacaktım yine. Eve girdiğimde dakika altmıştı, babam inancını kaybetmemişti. Oturdum yine camın yanına, bu kez avuçlarımı değil, atkımı sıkıyordum. Tüm gücümle… Biliyordum işte alacaktık maçı. Ben bunları düşünürken gol olmuştu. Bir tane daha ardından. Yetmiyordu ama.

Ya yeterince bağırmıyordum ya da bağırmaktan artık sesim çıkmıyordu. Biraz nefes almamı söylüyordu babam, o inanıyordu, alacaktık bu maçı. Sahi, nefes nasıl alınıyordu? Ellerimin titremesine sebep olan gol Guiza’dan geldi. Bambaşka bir şikeyle daha, maçın alınmasını sağlamıştım. Uyuyamıyordum heyecandan, ellerim titriyordu hala; avuçlarım yanıyordu. Ne vakit sonra fark ettim, yeniden nefes alabiliyordum.

Öyle zor anlarda, öyle güzel kurtarışlar yapmıştım ki. Evet, artık emindim. Şampiyonluğu ben kazandırmıştım.

Tribünden sahaya ulaşan sesimle, akıttığım gözyaşlarımla, ettiğim dualarla, pankart hazırlamak için uykusuz geçirdiğim gecelerimle, maç dönüşü geçirdiğim hastalıklarla, hiç durmadan sayıkladığım ismi ve daha nicesiyle, şampiyonluk için en büyük şikeyi ben tribünde, ben evde, ben Fenerium’da, ben deplasmanda, ben Samandıra’da yaptım.

Şimdi bırakın Aziz başkanı bir kenara, gerçeğin farkına varın.

Asıl şikeyi 30 milyon taraftar, omuz omuza biz yaptık!


2 Mart 2012 Cuma

Güzel Adamlar

Sol kanattan koptun geldin ne güzel adamsın Stoch.


Hak edenindir dedim ya forma, çok yakışıyorsun o formaya be adam!


Golden sonra taraftara koşan adam candır.


Yerin yurdun hep "biz" olsun Stoch.


Birlik olmaktır Fenerbahçelilik.

Sarı ve Lacivertiyle, en güzel günlere inanmak, en güzel günlere omuz omuza yürümektir.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...