29 Şubat 2012 Çarşamba

Fetih Politikası



Sahalar dar geldiğinden beri farklı şeylerle ilgilenir olduk hepimiz.
Kimi taraftarıyla cebine kuvvet kazandırdı, kimi de takımına sadaka bırakırcasına ardına bakmadan kaçıp gitti.
Bir üst makam uğrunaydı üstelik bu kaçış.
Öyle bir haldeyiz ki, Milli takım futbolu bile uzun süre tartışılmıyor. Kadrosu ya da, yedekleri ve yeni Avcısı.
Bir garip hallerdeyiz futbol olarak, hem de hepimiz.
İyisi ya da kötüsüyle, birtakım fetih politikaları izliyoruz. Sonu nereye varır meçhul elbette.
Yine de bu garip hallerden kendini sıyırmaya çalışanlar var. Ya da sıyrıldığını düşünenler.
Üstelik düşünceleri, tam da geçmişi unutma yönünde.
Bırakalım, unutsun hepsi geçmiş senelerini.
Onlar unutsa da, taraftar unutmaz. Yediği altıları, beşikten çıkıp kalede gördüğü sekizleri, denizlerin kirliliğini unutmaz taraftar. Şimdi gülüp oynadığına, üst sıralarda top koşturuyor diye sessiz kaldığına bakmayın. Unutmadığı gibi, unutturmaz da.
Tüm bu sebeplerden dolayı tavsiyedir ki benden sizlere, yukarılara çok kaptırmayın kendinizi.
Bir yerleri fethetmeden fatih olamazsın çünkü. Olsa olsa, kimliğinde yazılı kalan bir isimdir o.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Yeni Haberler

Sizlerin yüzünü yepyeni haberlerle, gülümsetmeye geldim!


Geçtiğimiz Perşembe günü bizim Bıyıksızlar kalkıp, TV8'e gittiler. Gittik daha doğrusu.
Canlı yayın programına konuk olup, Bıyıksızlar'dan söz ettik.


Sonra mı?


Sonrası güzel. Yarın ise, sunuculuğunu Ayça Tekindor'un yaptığı "Futbol Eğlence" programına yarın Bıyıksızlar ile konuk olacağız. Program saat 22.30'da, TRTSpor'da.


İzleyip yorumlayın, keyfimize keyif katalım! :)

25 Şubat 2012 Cumartesi

Halis Muhlis Kâhya



Maçta bir kahyaya değil, hakeme ihtiyacı vardır futbolun.

Nasıl futbolcular maça kendi renk ve taraflarını belli eden formalarla çıkıyorlarsa, bence artık hakemler de öyle çıkmalı.

Hoş, çıkmasalar da renklerini o doksan dakika içinde belli ediyorlar.

Kimisi çok renkli, “halis, öz renkli” hem de. Kimisi bir rengin çocuğu. Çoğu da tek rengin düşmanı.

Her hafta bir yeni derbi maçı yapıyor Fenerbahçe. Rakip takım değişmiyor elbette. Üzerinde hangi formanın, hangi renklerin olduğunun zerre kadar önemi yok. Maç öncesi poliste, maç esnasında hakemle, bir de rengini bilmeyen taraftarla, her hafta bir yeni derbi maçı…

Kazanıyor ya da kaybediyor, esasında işin bu kısmı da önem teşkil etmiyor.

Asıl önemli olan, top tutmanın sakal uzatmakla uzaktan yakından bir alakası olmadığı…

Ya da beyazlayan saçların, bir çeşit saha için mücadelesinin kanıtı anlamına gelmediği…

Yapmayın, etmeyin. Yazıktır bu taraftara, çektiğine, döktüğü gözyaşına yazıktır.

Bitmek tükenmek bilmeyen aşk, asla bir futbolcuya ait olamaz. Ne de bir teknik adama… Olsa olsa taraftarındır o aşk. Sefasında yanında olduğu gibi, cefasında da ardında duracaktır.

Ne yazık ki olması gerekeni sahada ya da düzelteyim, deplasman sahalarında uygulayamıyor Fenerbahçe. Asıl onur mücadelesi taraftarındır.

Karda kışta yollarına düşen, saatlerce kuyrukta bilet bekleyen, gecenin yarısına kadar adliye önlerinde bekleyen, deplasmanda yalnız bırakmayıp maça alınmayan, konumu bir olduğu halde şereften yoksun birtakım taraftardan küfür yiyen; ama tüm bunlara rağmen pes etmeden, her yerde Fenerbahçe için mücadele veren taraftara aittir bu onur. Arma taraftarındır. Renkler onların, mücadele, azim, inanç…

Sana yıllarını, yollarını vermiş taraftar için doksan dakika mücadele etmek zor gelmemeli sana. Gelse bile, bindiğin arabaların, kaldığın evlerin, yediğin yemeklerin hakkını öde!

Kusura bakmayın, alınıp darılmayın.

Bu sefer canınız sağ olsun demeyeceğim. Çünkü ben bunu dedikçe, siz kulübede oturan bir avuç “mücadeleci futbolcu” olarak kalıyorsunuz. Çünkü sebebi her neyse, “Kocaman gururumuzun sahibi” sizleri sahaya sürmüyor. İstemiyor belki de, çabuk pes ediyor. Ve bir şekilde, “Kocaman mücadelemizin mimarı” olamıyor.

Kendinize gelin beyler!

Adı her neyse, şikeyi “öz” be öz sahada yapan hakemlere, onların yandaşı rengi belirsiz rakip takımların taraftarına yenilmeyin.

Canımızdan can alıp, kendi canınıza ekleyin. Ama mücadeleyi bu yüce taraftara çok görmeyin!

Ek olarak şunu da bilmelidir o ya da bu takımın taraftarı: Düşmedi Fenerbahçe. Düşmeyecek! Sizin kirli sözleriniz bizi yıldırmayacak!



19 Şubat 2012 Pazar

Savcı Abi, Naber?




Aslında haberler bizde, sen de biliyorsun.

Abi dediğime de bakma. Saygıdan değil, yenmiş olmanın haklı gururundan abi diyorum sana. Hani tribünde, gol olduktan sonra hiç tanımadığın bir adama dönüp de, “nasıl koyduk be abi” dersin ya. İşte o tatta söylüyorum ben de sana.

Nasıl koyduk be savcı abi?

Bir stat, nasıl böylesine güzel kokabilir…

Saraçoğlu’na adım atmak, tüm dert ve kederlerini kapı dışında bırakmaya eş değer.

Evet, belki çok iyi oynamadık. Tribünde de olağanüstü değildik çoğuna göre.

Ama inanın, bunların zerre kadar bir önemi yok.

Dün öylesine farklı hislerle döndüm ki eve. İlk kez böylesine bir güç hissettim.

Dakikalarca, hatta saatlerce sevgisinin sınırını zorladım.

Bizim Fenerbahçe’ye olan sevgimiz ebedi Savcı abi.

Farkındasınız değil mi? Hiçbiriniz bu sevgiyi engelleyemiyorsunuz.
Engelleyemeyeceksiniz.

Adımıza ceza da, ödül de deseler oradaydık işte.

“Sen bizim Kocaman gururumuzsun” diye bağırırken nasıl gerçeksek, yediğimiz gollerden sonra ağlarken de o kadar gerçektik işte.

Kulaklarını da epey bir çınlattık tribünde.

Ben bu satırları yazarken, siz bambaşka hainlikler peşinde olabilir, planlar yapabilirsiniz. Birkaç gün sonrasına gözümüzü açtığımızda, olması imkânsız şeylerle karşılaşabiliriz.

Varsın olsun. Sizin yaptıklarınız bizi yıpratmaz.

Bizi ancak, sahada layığıyla oynamayan adam yıpratır, saç baş yoldurur.

Varsın yoldursun. Sonunda ölüm bile olsun hatta.

Galibiyetleri için sevmediğimiz gibi, mağlubiyetlerinde de sevmekten vazgeçmeyeceğiz.

Böylesine güzel ve böylesine birbirine bağlı bir taraftara sahip olduğu için belki de dünyanın en özel takımıdır Fenerbahçe.

Bizlerin de en büyük şansıdır Fenerbahçeli olmamız.

Ne diyordum? Sana selam olsun savcı abi, biz şike şike yolumuza devam ediyoruz!

16 Şubat 2012 Perşembe

Dişi Kanaryalara Duyuru!

Fenerbahçe'nin futbol kalitesini arttıran en güzel şey, işte bu bitmek tükenmek bilmeyen aşkı yaşatan Dişi Kanaryalar..
Öyle güzelsiniz ve öyle coşkulusunuz ki..

Şimdiden biten bilet sayısı 43 bini geçmişken, hiç kimse bize, kendilerinin, sözde büyüklüklerini anlatmasınlar..

Kadınıyla, çocuğu, erkeği, hastası, yaşlısıyla, çok büyüğüz Fenerbahçem!

Maça gelecek kadınlarla, maç öncesi buluşalım, keyfimize keyif katalım diyoruz..

Bize katılmak isteyenler ulaşırlarsa, harika olur.

Haydi Dişi Kanarya, gücünü gösterme zamanı!

14 Şubat 2012 Salı

Sevgililer Günü

Sevgililer günümüz kutlu olsun sevgilim, Fenerbahçem..

Bugün senin için, sana gelebilmek için aldık biletlerimizi, hazırladık pankartlarımızı..

Sana gelemezsem, bil ki ölmüşüm ben.

9 Şubat 2012 Perşembe

Maraton D Blok!

18 Şubat Cumartesi günü Fenerbahçe - Sivasspor arasında oynanacak maç için görev sırası Dişi Kanaryalar'da!

Önceden de söylediğim gibi, gücümüzü gösterme zamanı!

Pankarta meyilli ve fanatik ruhlu Dişi Kanaryalar olarak Maraton D Blokta toplanacağız. Günün anlam ve önemi için pankart hazırlayacağız.
Tüm bu güzellikler içinde olmak isteyen Dişi Kanaryalar lütfen iletişime geçsinler.

Birbirimize ihtiyacımız var!

Haydi Dişi Kanaryalar, göreve!

7 Şubat 2012 Salı

Nöbet Değişimi



Kadınların tribünde olmasını bir çeşit ceza olarak gören TFF ve diğerlerine, bu kez gücümüzü göstermeliyiz..

18 Şubat Cumartesi günü Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanacak olan Fenerbahçe - Sivasspor maçında görevdeyiz Fenerbahçe'nin hatunları!

Bu kez birleşelim, birlik olalım, hazırlanalım.
Ve daha güçlü çıkalım tribüne..
Cezayı, bir çeşit ödüle dönüştürelim.

Okuyan okumayana duyursun, hep birlikte 18 Şubat günü tribünde olalım!

Birlik olmak için iletişim: arzubicakci@hotmail.com

Zaman, gücümüzü gösterme zamanı!

Kadınlar futbolu daha iyi yorumlar




Bıyıksızlar.com 11 kadın yazarın futbol yorumu yaptığı bir site. Futbolun bir sanat olduğunu düşünen bu kadınlardan Tuba Kiraz bu ilişkiyi şöyle anlatıyor: “Sahayla bütünleşiyorsunuz, bu seyirciyi de içine alıyor. Saha içindekiler, tribün, atılan sloganlar, söylenen marşlar birbirinden ayrılamaz. Hepsi beraber bir performansı oluşturuyor”

Futbol sanattır görüşünü savunan, yaşları 16-27 arası değişen futbol tutkunu bir grup hanımefendi bıyıksızlar.com adresinde futbol yazıları yazıyor. Hem günlük hem de hayata dair planlarını maç günlerine, saatlerine göre ayarlayacak kadar düşkünler bu spora. Kendi takımlarının maçı olan hafta sonları için başka plan yapmıyorlar. Düşünün ki 23 yaşında güzeller güzeli bir kız, beğendiği bir delikanlının buluşma teklifine o gün maç varsa hayır diyor. Üstelik o delikanlı futbol meraklısı olsa bile, onunla maça gidip orada romans yaşamak gibi bir derdi de yok. Naciye Türkmenli (21) stattayken yanında kimin olup olmadığını görmediğini söylüyor. Yüzde yüz konsantrasyondan bahsediyoruz burada.
Neden bilmem ama belki de çok tutkulu gördüğüm için Ayşegül Acar’a (22) soruyorum, “Diyelim ki dokuz aylık hamilesin. Doğurdun doğuracaksın ve 10 gün sonra hayalini kurduğun maç var, ne yaparsın? Sezaryenle maç öncesi doğurup, kendini toparlayıp maça gitmeyi düşünür müsün?” Hiç tereddüt etmiyor. “Olabiliyorsa” diyor, “Elbette.” Tuba Kiraz (27) araya giriyor ve maçlara kucağında bebeğiyle çok kadın geldiğini söylüyor. Naciye Türkmenli ekliyor: “Benim hayalim tamamıyla Fenerbahçeli bir çocuk yetiştirmek.” Bu konuda hepsi hemfikir. Kesinlikle futbolsever çocuklar yetiştirecekler. Bunun için de futbolsever beyefendilerle tanışmaları gerekiyor tabii. Zira Ayşegül’ün de söylediği gibi futbola ilgi duymayan bir adamın onların ilgisini çekme ihtimali yok.

O şiirsellik hissediliyor
Peki onları erkek futbolseverlerden ayıran ne? Elif Parlak (23) açıklık getiriyor: “Kadınlar kendilerini daha iyi ifade edebildikleri için daha iyi yorumda bulunuyor. Analizleri daha iyi.” Bir de belki de, duygularını saklamadan yaşamaları bu ayrımlardan biridir. Hepsi de maçlarda, bazı pozisyonlarda, bazı mağubiyetlerde ya da galibiyetlerde ağladıklarını söylüyor. Arzu Bıçakçı (18) zaman zaman ağlamaktan helak olanlardan. Fenerbahçe - Shaktar Donetsk maçı öncesinde ağlamaya başladığını ve ilk yarı bitene kadar da devam ettiğini anlatıyor: “Çünkü tam şike olayları ortaya çıkmıştı ve bu ondan sonraki ilk maçtı. Uzun zamandır takımımla kucaklaşamamıştım ve üstümüze bir leke atıldıktan sonra onları böyle dipdiri görmek beni çok duygulandırdı. Ben zaten o haldeyken taraftar ‘Guiza buraya’ diye bağırdı. Böyle durumlarda futbolcu genelde gelir, taraftara el sallar, ama Guiza bununla yetinmedi, tribüne atladı ve seyirciyle kucaklaştı. İşte ben orada darmadağın oldum.”
Futboldan anlamayan biri olduğum halde o anın şiirselliğini hissedebiliyorum. Heyecan, sevinç, tedirginlik gibi duyguların bir araya gelerek bütünlüğü oluşturması söz konusu olmalı. Zaten Tuba Kiraz da futbol-sanat ilişkisini o bütünsellik içinde kurduklarını anlatıyor. “Sahayla bütünleşiyorsunuz, bu seyirciyi de içine alan bir performans haline geliyor” diyor: “Saha içindekiler, tribün, atılan sloganlar, söylenen marşlar birbirinden ayrılamaz. Hepsi beraber bir performansı oluşturuyor. O yüzden de maçı saha içinden seyretmek bambaşka bir duygu. Asla televizyonda seyretmekle aynı şey değil.” Elif Parlak da “Ben tiyatroya gitmeyi de çok severim,
o nasıl sanatsa futbol da insanlar tarafından yine insanlar için yapılmış bir sanattır” diyor. Onlarca, hatta yüzlerce taraftarın ortaya koyduğu, en yüksek katılımlı bir çağdaş sanat performansı adeta.

(Röportajın tamamını Milliyet Sanat’ın şubat sayısında okuyabilirsiniz)

Söylenemeyenleri Anlatma Vakti



Bazen söylenmeyenler, söylenenlerden daha gerçektir.

Daha katı, kesin ve yeri geldiğinde daha acıdır.

Sessizlik, sesi ikiye böldüğünden beri bu böyle.

Sesini kısmaya, susturmaya çalışılan her şey aslında daha çok yayılıyor.

“Cebren ve hile ile” diyor mesela satırda. Sen onu okuyamıyorsun, türlü sebeplerden dolayı.

Ama biliyorsun. Hile yapanı, haini biliyorsun.

İnsan, sessiz kalmaya zorlandığında daha da hırçınlaşıyor aslında.

Bir çeşit patlama noktası oluyor.

Ancak gerçek anlamda dibe vurduğunda patlama gerçekleşiyor.

Böylece çıkıyor hainler ortaya.

Bundan bilmem kaç sene önce, adı geçen kulüp başkanlar görevlerini bıraksaydı, belki çoğu şey farklı olurdu.

Mesela ben bir Fenerbahçe taraftarı olarak, Daum ile ikinci bir hayal kırıklığı yaşamazdım.

Böylesine çok özlemezdim Zico’yu.

Tarihler hafıza zorlamazdı çoğu zaman.

Son dakikalarda kaçan gollerim olurdu belki de, şampiyonluklarım değil.

Nefretle karşılayıp sevgiyle kucaklamazdım Aykut Kocaman’ı.

Ama an geliyor, “bunları yaşadığımız iyi oldu” diyorum.

Sadece ben mi, çoğumuz söylüyoruz bunu. İyi oldu çünkü kanayan yaralarımız çoğaldı. Yaralar çoğaldıkça, daha çok bağlandık birbirimize. Yaraya merhem olmayı öğrendik.

Böylece gelen her başarı, hepsinden daha kıymetli oldu.

Büyük acılardan ve büyük sınavlardan geçerek geldik bu günlere.

18. şampiyonluğa kadar, 18 bin kez acı çektik. Ağladık, karalandık, yorulduk, durulduk. Ama pes etmedik. Biz hep savaştık.

Şimdi vakit 14 Şubat’a geldi. Sevdiğimize bir kez daha sarılacağız. Bu kez hiç bırakmadan ve olduğumuzdan daha güçlü…

Üç kişinin bildiği sır değildir Başkanım. Canımızı acıtanın canını acıtma vakti sendedir.

Sessizliğin süresi doldu, konuşma vaktidir artık.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Ağlatan Sow



“Seninle ölmeye geldik” diyor ya hani Beşiktaş taraftarı. Derbiden sonra ölsünler zaten; ölmüşlerdir ya da. Çoğu kahrından ve bir kısmı da hazımsızlıktan.

Bazı tezahüratlar gerçek olsun diye yazılmıştır. Mesela, “Fenerbahçe düşmanlarını yeneceğiz” diyoruz. Yeniyoruz da. Sadece sahada değil. Filede, potada, ringde, kürekte… Bir bir yeniyoruz Fenerbahçe düşmanlarını.

Akşamki maç mı? Onun için söyleyecek çok fazla şeyim yok. Maçı anlatmaktansa, tribünü anlatmayı tercih ederim. Karmaşa içindeki güzelliği, hasreti dile getirmek gerek.

Taraftar grupları arasında, bir çeşit anlaşmaydı aslında. En başında, konuşulduğunda öyleydi sadece. Konuşulanları hayata geçirmek konusunda sıkıntı yaşandığı kesin.  Felakete döndü sonra, büyüyen alevlere ve atılan pet şişelere… Belki de takım sevgisinden evvel, taraftarlığını sorgulamalı insan. Takımına katkı sağlayıp sağlayamadığını bilmeli. Öylesi daha bilinçli ve tabii daha güvenli.

Her şeye rağmen iyiydi tribün. Olmaması gerekenler, ‘olmamasına’ rağmen olduruluyor zaten bir şekilde. Ona çok da dokunmamalı o yüzden. Tribün güzel, tribün kültür ve aşktır; uygulamada başarılı olana. Ruhunu orada bulmak gibi aslında. Takımın neredeyse, sen hep orada olacakmışsın gibi.

Tribünde sözün özü, Çarşı’dan bir Kanarya geçti. Öyle de çok hasar bıraktı ki. Yaraları nasıl sarılır, bilinmez.

Ayağında krampon ve üzerinde Çubukluyla, onlarca adam gördüm ben Saraçoğlu’nda. Nice ilk maçlara tanık oldum, bazen dile geçmemiş sonlara.

Ne Carlos’un ilk golü ne Guiza’nın geç kalmış oku ne de Alex’in röveşatası böylesine ağlattı beni. Bir Sow vardı ki dün sahada, 90+2’de gelen golle boğazımdaki düğümleri gözlerimdeki yaşa çevirdi.

Aslına bakarsanız, Sow’un iki tarafı da ağlattığı kesin. Siyah-beyazı üzüntüden, Sarı ve Laciverti sevinçten.

Defansta Yobo, golde Yobo, preste ve orta yuvarlakta Yobo. Çok iyisin ama bir Tota olamazsın.



1 Şubat 2012 Çarşamba

Bıyıksızlar Haberi!

Bıyıksızlar olarak, "Futbol Sanattır" dedik ve Milliyet Sanat dergisinin şubat sayısına konuk olduk. Keyifle okuyun! :)



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...