19 Kasım 2011 Cumartesi

Es-Es Dediler, Esemedi!




Nasıl zor bir lig, farkındasınız değil mi? Futbolcuların maçın başlama düdüğüyle omuzlarındaki baskı ve yük öylesine artıyor ki, “bu adam niye koşmuyor” diye sorduğumuzda sebebini anlamıyoruz bile. Oysa bir bilsek, 3 Temmuz’dan sonra artık tüm takımlar için her şeyin zorlaştığını, daha da zorlaşacağını… Bilmiyoruz, anlamıyoruz. Üstüne bir de yargısız infaz yapıyoruz!

Sivas deplasmanından sonra avucumuzdan rekorun akıp gitmesine kızamadım bile. İtiraf edeyim, zerre kadar umursamadım. Söylemiştim zaten ta en başında, rekorları, kupaları ve şampiyonlukları için sevmemiştim; başarısızlığı ya da hataları yüzünden sevmekten de vazgeçmeyecektim.

Söylediğim bir başka şey de, Milli maç aralarından hiç hoşlanmadığımdı. Futbolcuların düzenini bozuyor olması en büyük nedeni zaten. Hatta şöyle söyleyeyim, tek olumlu yanı diğer takım futbolcularıyla birlik olmak, aynı amaç uğrunda çalışmak, aynı forma altında ter dökmek. Ama bunun da değerini bilmiyorlar, onu da lekeleyip sevilmeyecek hale getiriyorlar. Milli maça kulüp formasıyla gitmenin rezilliği bir yana, kendi takımının futbolcusunu saha içinde diğer takım futbolcularından ayırmak bir yana. Öyle kötü şeyler ki bunlar… Biz ki Türk milleti olarak futbolda birleşmeyi alışkanlık haline getirmiş; Beşiktaşlısı, Galatasaraylısıyla tribünde omuz omuza olmayı sevmişiz. Ama dedim ya, bunu da bozdunuz, ihanet ettiniz. Futbolda birlik yok artık, parçalanma ve dostluktan yoksunluk var!

Fenerbahçe-Eskişehir maçına gitmemin başlıca sebebi Volkan Demirel’di. Ona yalnız olmadığını gösterecektik, evet. O hiç gol yemeyecek, en zor pozisyonların altından ustaca kalkacaktı. Milli maçta yaptığı çok büyük bir yanlıştı ama ona yapılan sırtından vurmaktı, ihanet ve alçakçaydı. Demir eldi o, demir eldivendi. Son birkaç yıldır Milli takımı sırtlamış, öyle ya da böyle götürüyordu. Bizdi her şeyden öte, bizdendi. Sarı ve lacivertten önce, kırmızı ve beyazdı. Ama anlamadınız, anlamayacaksınız.

Maç hakkında söyleyecek çok bir şeyim yok. Sadece Caner’e nazar değmemesi için dualar etmeye başlayacağımı düşünüyorum. Çünkü o artık bana göre takımın vazgeçilmezi. Uğur ile oturaklı bir ikili oluşturdular, müthiş bir uyum içerisinde götürdüler maçı. Dilerim bundan sonra da böyle devam eder Caner, bir kez daha yanıltmaz beni. Uğur’u ise uzun zamandan sonra formda görmek inanılmaz mutlu etti beni. O bizim, Fenerbahçe’nin çocuğuymuş meğer… Bir de son haftalarda futbol zekasını olduğunu gibi sahaya koyan Baroni var, aslında iyi ki var!

Deplasman yasağının ilk somut protestosu Fenerbahçe taraftarından geldi. Evet, tribünlerin tamamı destek verseydi belki daha etkili olurdu ama bence bu bile büyük bir adımdı. Teşekkürler çocuklar!

Evet, maçın 90 dakikası boyunca tribünde kalamadım. Yorgun gittim, titreyerek döndüm. Bunun olacağını zaten biliyordum. Maçın ortasında sarı-lacivert tezahüratları yapılırken gözlerimi kapadım ve dinledim sadece. Gözlerimden akan yaşlara engel olma gereği bile duymadım. Kokladım uzun uzun Saraçoğlu’nu, havasını içime çektim durdum.

Öyle çok derinden sevdim ki Fenerbahçe. İyi kötü, yağmur çamur dinlemeden yanında olmaya yemin ettim üstelik. Ne kadarını gerçekleştirebildim bilmiyorum ama varlığın bambaşka dünyalara götürüyor. Üstelik Saraçoğlu’nda aradığım her şey var. Aşk, güven, huzur, mutluluk, gözyaşı, heyecan ve en önemlisi de özgürlük. Saraçoğlu artık olduğundan daha fazla özgürlük kokuyor.

Eskişehir hakkında yazmadığımı fark ettim. Ama zaten başlık her şeyi özetlemiyor mu? Eskişehir taraftarının –ki en güvendiğim taraftar grubudur ama yine yanılttılar, çirkefliği maça futbolculardan daha çok damgasını vurdu. Ama sonuçta, taraftar Es-Es dedi, Eskişehir esemedi!





9 Kasım 2011 Çarşamba


O gün o sahaya girmediğim için "pişman" olacağım aklıma gelmiyor da değildi hani..

5 Kasım 2011 Cumartesi

6 Kasım Bayram Oldu!




"Elimde olsa bir şampiyonluğu o staddan galip çıkmaya değiştirirdim.” Mondragon 






“Taraftar 5 istedi, 5 attık. 10 dediler ama zaman yetmedi…” Serhat Akın.


6 Kasım'ı sen de unutmadın, biliyoruz :)

Mersin İdman Yurdu Mu?




Ligin onuncu haftasında zirveye yaklaşma umudu ve hırsıyla maça çıkan, “lokum gibi” olabilecek maçı değerlendirmeyi hedefleyen ve o düşünceyle sahaya çıkan Galatasaray ile sizin ismini “Mersin İdman Yurdu” olarak bildiğiniz iki takımın maçı vardı.

Dünkü Fenerbahçe maçından sonra gariptir ki bu maçı izlemek için adeta saatlerin geçmesini bekledim. İyi ki bekleyip izlemişim. Tek kelimeyle muhteşem bir maçtı. Kime ve neye göre diyeceksiniz, açıklayayım. Bir maçı tarafsız izlemenin verdiği haz başka hiçbir şeyle ölçülemez zaten. Ben de öylece, “kim kazanırsa kazansın, yeter ki bol pozisyon ve gol olsun” düşüncesiyle televizyon başına geçtim. Tamam, işin gol kısmı belki gerçekleşmedi ama pozisyon açısından oldukça zengin bir maçtı.

İki takım için de şunu rahatça söyleyebilirim ki, onca pozisyona rağmen olmayan golleri düşünürsek top ya da kale bizimkileri sevmedi. Ama Galatasaray’ı sevmemesinin tek nedeni manevi değil. Maçın adamı, bana göre Mersin İdman Yurdu’nu şahlandıran o dev kaleci. Üstüne üstüne gelen pozisyonlardan ustalıkla kurtulmayı başardı ki bu takım arkadaşı penaltı kaçıran her kalecinin harcı değildir.  Evet, belki penaltı kaçmış olabilir ama sahada bir Nduka vardı ki, bu adamı izlemek sahiden büyük zevk veriyor!

İtiraf edeyim, MİY maçlarının “sıkı takipçisi” olmadım sezon başından bu yana. Ama Galatasaray maçından sonra “takip edilecekler” listesinde zirveye oynayacağı benziyor şimdilik.

Galatasaray’a gelecek olursam, “şanssızlık” formasından tutmuş gidiyordu diyebilirim. Gözler Baros’u aradı hep, ama yoktu. Olsaydı değişir miydi? Evet, hem de birçok pozisyonun üstesinden gelerek gole çevirirdi. Öyle bir değişirdi ki! Unutmadan şunu soracağım, Sercan’ın maçlara çıkması zorunlu mu? Nasıl güvenip çıkarabildiklerine şaşırıyorum ben hala. “Gerideki adama pas vermeye çalışan Sercan’ın dramı” üzerine sayfalarca yazı yazılabilir. Sercan’dan geriye pas, biraz daha geriye, daha da geriye. Sercan topu kaybeder. Bu hep böyle mi gidecek merak ediyorum açıkçası. Ama şuna da değinmeden geçemeyeceğim, benim geçtiğimiz aylarda hiçe sayıp laflar söylediğim Muslera fena değildi bu maçta. Hatta sanırım son birkaç maçtır fena değil. Kazım ise bildiğimiz Kazım işte. Hala önünde iki rakip takım futbolcusu varken toptan sıyrılmayı başaramıyor…

Bir de Galatasaray taraftarı maçları izlemeye gerçekten istekli değil mi? Tribünlerin bu kadar boş olması hiç de hoş karşılanacak cinsten değil bence. Gitmeli, takıma “her hal ve şartta” destek olmalı. Ancak böyle güç kazanır futbolcular, böyle inanç…

Fırat Aydınus’tan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu adam gerçekten maç yönetmeyi biliyor, her şeyin altından ustaca kalkabiliyor…

Maç sonunda dilimde kalan tek şey: “Ne Mersin’i, Barcelona İdman Yurdu bu!”

4 Kasım 2011 Cuma

MHK 2 – 0 Fenerbahçe

Skor şimdilik böyle, evet. Hem de tam anlamıyla, haksızlıkların ve iç çekişmelerinin ortasında oynanan bir maçın ardından gelen deplasman skoru bu Fenerbahçe’nin. Sakın Sivassporlu futbolcular yanlış anlamasın. Akşamki maçta bariz üstünlükleri vardı, ona diyecek zerre kadar lafım yok zaten. Sadece güzel futbollarını tebrik ederim, dilimden de bir tek bu gelebilir…

Öyle zor bir dönemden geçiyor ki Fenerbahçe… Siz bitti, toparlandılar sansanız, dışta bu kimselere belli edilmese dahi o zor dönemlerin üzeri tozlanmadı hala. Geçen her gün boğazda bir yeni düğüm oluştururken, içte yaşanan çalkantıların dışa, futbola ve özellikle taraftara yansıtılmaması için büyük çaba sarf ediliyor.
Duymuşsunuzdur belki, duymadıysanız da ben söyleyeyim. Son birkaç gündür aynı şeyler yazılıp çiziliyor: “Fenerbahçe Bank Asya’ya düşürülecek.” Bu konu hakkındaki tüm düşünce ve yorumlarımı zaten biliyorsunuz, uzunca tekrarlamak istemiyorum şimdi. Asıl anlatmak istediğim, Temmuz başında ortaya çıkan bu “zorlu dönemin” henüz bitiş düdüğü çalınmadı. Müsabaka ne zaman biter, inanın bilmiyorum. Ya da biter mi, bu “haksız” karalama bir son bulur mu, hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim, Fenerbahçe’nin her geçen gün birbirine daha çok bağlandığı. Önüne eklenen sayısız sıfata rağmen, sadece rengine ve armasına gönül vermiş taraftarın, gittikçe katlanan sevgisinin büyüklüğü, hiç ama hiç bitmeyecek. Lider Fenerbahçe, mağlup Fenerbahçe, namaglûp Fenerbahçe, şampiyon Fenerbahçe, Bank Asya’da Fenerbahçe… Bunların hiçbiri Fener sevgisinin ölçütü değildir, asla da olmayacaktır.

Tam 27 maçtır yenilgi yüzü görmeyen Fenerbahçe, son iki maçtır ağır darbeler sonucunda MHK karşısında çıktığı deplasman maçından 2-0 yenik ayrıldı. Varsın ayrılsın, seri de rekor da gitsin. Gerçi şundan eminim, bu yenilgi Fenerbahçe taraftarını biraz sıkmıştır. Zira yaklaşık bir yıldır “yenilginin” sözlük karşılığını unutmuşlardı. Ama yine de bu Fenerbahçe’ye hiçbir şey kaybettirmedi.

Neyse, ne diyordum? Verilen yanlış kararlar, zamanlamasız çalınan düdükler ya da çalınmayanlar, yersiz kartlar ve soluksuz cahilliklerin sonunda büyük bir Fenerbahçe düşmanı daha, en azından “kendi içinde” alt edildi. Nasıl mı? “sonucu ne olursa olsun” takımının arkasında duran taraftarın desteğiyle.

Şimdi ister Bank Asya’ya, ister zirveye…


 Bu arada, yukarıda gördüğünüz de bir ofsayt pozisyonu. Arada maçlara seçeceğin hakemlere bunun ne anlama geldiğinden bahset MHK. 

2 Kasım 2011 Çarşamba

Doğum Günleri


Canım Başkanım! Sana inanmayanlara, Fenerbahçe düşmanlarına ve yapılan haksızlıklara rağmen her zaman yanındayız ve hiç ayrılmayacağız. Biliyoruz, sen de bizimlesin. Kalbin hala bizim için atıyor. Onca zorluğu Fenerbahçe sevgini kaldıramayanlar yüzünden çekiyorsun. Varsın olsun, hepsi geçecek. Sen yine dimdik oradan çıktığında, hepimiz seni bekliyor olacağız.

Büyük Başkan, sana yakışmayanları yaşatanlara bunun bedelini ödeteceğiz bir bir. Sen, iyi ki varsın! Nice "onurlu" ve Fenerbahçeli yıllara!

Önemli olan kimin ne kadar darbe aldığı değil, kimin ayakta kaldığıdır. Unutma, biz hala ayaktayız!




Ruhu hala Fenerbahçeli olan hırçın çocuk! Bizden uzaklardasın belki ama biliyoruz, bir gün dönüp geleceksin. Nice mutlu senelere! Çubuklu'nun ruhu aklından hiç çıkmasın!

1 Kasım 2011 Salı

10'un Taraftarlığı




Kadıköy’de, Fenerbahçe’nin kendi evinde bir Karabük maçı en fazla ne kadar zor olabilirdi ki? Olamazdı elbet. Daha maçın başlamasına saatler kala, maça gitmeye hazırlanan Tuba Kiraz ile yaptığımız telefon konuşmasında dedik biz bunu: “Lokum gibi maç olacak” diye. Öyle olacaktı evet, eğer sahada elleri titreyen bir yeniyetme olmasaydı. Sahadaki verdiği kararların ardından duran bir maç yöneticisi olsaydı, değil on kişi, dokuz kişi bile kalsak “lokum gibi” maç olacaktı. Ama sahada bir korkak vardı. Verdiği kararların sebebini kendi bile bilmiyordu, bundan eminim. Bir önceki pozisyona çalamadığı düdüğü, iki pozisyon sonra kartla değerlendiren bir hakem vardı sahada. Aytekin Durmaz’dı o hakem ve yaptığı hiçbir hainlik hamlesi ile durduramadı Fenerbahçe’yi.

Dün geceki maçla birlikte anlaşıldı ki Fenerbahçe’nin 10 numarası sahadan “çıkarıldığında”, takım yine de 10 kişi kalmıyordu işte. Alex maçtan çıkmış, 5 Caner, Volkan, Emre, Mehmet Topuz girmişti. Bir de taraftar vardı ki, golün asistini, mücadelenin inancını, vuruşların keskinliğini, savunmanın direncini sağlayan etkenlerin tamamı ondaydı neredeyse.

Yenilmezlik serisi 27’ye çıktı. İster burada kalsın, ister Sivas deplasmanıyla 28’e çıksın. İnanın işin bu kısmıyla ilgilenmiyorum. Söylesenize, takımın beyni daha 5. dakikada maçtan atılsa, kaç takım Fenerbahçe gibi dayanabilirdi? Üstelik attığı tek golle yetinmeyip ısrarla gol arardı? Ah, doğru! Aziz Başkan içeriden de iyi çalışıyordu değil mi?

Öyle ya da böyle, artık kabul etme vaktiniz geldi. 27 maçtır hiç yenilmemek bir tesadüf olamaz. Ekinler yeşillenip, tarlalar biçilince olmuyor. Siz Fenerbahçe’nin önüne engeller çıkardıkça o hepsinden bir bir kurtuluyor işte, farkında değil misiniz?

Sonuçta Fenerbahçe yine lider kapadı işte haftayı. Ve haksız yere maçtan atılan gerçek taraftarın Alex olduğunu anlamış olduk böylece. Verilen kararın haklı olduğundan değil, takım arkadaşlarının maçtan kopmaması adına sustu, sakinleştirmeye çalıştı hepsini. Bir adam’a, kaptana, lidere yakışanı yaptı. Fenerbahçe’nin 10 numarası böyle olur işte! Seninle aynı sahada bulunmaya bile layık olmayanların verdiği kararlar bizi etkilemez Kaptan.

12 numaranın taraftarlığından sonra, bir de içi içini yese de takım arkadaşlarını yalnız bırakmak zorunda kalan 10’un taraftarlığıyla kazanıldı bu maç…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...