23 Eylül 2011 Cuma

Galatasaray Kime Emanet?



Tam 106 yıllık geçmişe sahip bir takım. Tarihine büyük zaferler, aynı büyüklükte yenilgiler, dualar, gözyaşları ve umut bekleyişleri sığdırmış bir takım: Galatasaray.

Futbola adım atışı hangi topraklar üzerinde oldu bilmiyorum ama taraftarın hafızalarından silinmeyecek her bir anı, Sami Yen topraklarında soludu Galatasaray. Diyorum ya, acısıyla tatlısıyla tam 106 yılı geride bıraktı.
Bu süreçte, başta Sami Yen topraklarında olmak üzere taraftarın “mabet” kabul ettiği her yere sayısız futbolcu geldi. Kucak açtı taraftar birçoğuna, istenmeyip yuhalananlar da azımsanmayacak sayıya ulaştı zamanla. Ama bir şekilde buralara gelindi ve asıl duraklama noktası, 2010 yılına denk geldi. Nasıl olmuştu? Teknik direktör kazasına uğradı diyebiliriz aslında, yüzeysel olarak geçmek istersek.

Bir takımı kuran teknik direktördür, ama hiç kimse, asla bir takımı tek başına oluşturamaz. Yani diyorum ki ben sizlere, Galatasaray’ın taraftarına yaşattığı kötü dönemde, defansından forvetine kadar herkesin etkisi oldu.

Şimdi geldik yeni sezona, güzel transferler ve bin bir umut eşliğinde. Değişiklikler hakkında konuşmak için oldukça erken. Ama futbolun sarsılarak ve geride hasar bırakarak geçtiği “şike” döneminde, Galatasaray olayların en uzağında gibi göründüğü halde, bu sarsılmaya ortak olmuş durumda. Sahaya çıktıklarındaki heyecan, maçın otuzuncu dakikasından sonra kayboluyor diyebilirim. Peki neden? Tüm bunlar yalnızca Arda gitti diye olmuyor elbette. Ki bana kalırsa, Arda gitmekle en doğrusunu yaptı. Bu transferden Galatasaray’ı uzak tutarak söylüyorum, tamamen kendi geleceği ve futbolu için en doğru seçimdi İspanya.

Sanırım artık sorumu sorabilirim. Sahiden de, Galatasaray kime emanet? Övüp bitiremediğimiz Muslera’ya mı, yoksa iki maçtır üst üste maçı tek başına göğüsleyen Melo’ya mı? İhtimaller arasında bu ikisi var elbet, ama 2000 ruhunun Terim’le birlikte sahalara dönüp geleceği yok. Beklemek yorucu ve zamanla hayal kırıcı olabilir. En başta da dediğim gibi, nice futbolcular gördü sarı-kırmızı forma ve yine nice kalecilere emanet etti yurdunu, yuvasını, takımını. Bir takımın bel kemiğidir kaleci, bunu da ekleyeyim. Ama şimdi, rakip futbolcuyla “gereksiz” heyecan yüzünden tekme tokat golü engelleme savaşına giren bir Muslera’ya emanet olamaz bu takım.

En azından şimdilik Galatasaray, onun eldivenlerinde yükselecek kadar basit rakiplerle çıkmıyor sahaya ve Spor Toto Süper Lig’de asla basit rakipler olmayacak. Diyorum ya, en doğrusunu zaman gösterecek bize…

22 Eylül 2011 Perşembe

Mabedin Hatunları!



Başlıktan da anlaşılacağı gibi, herkesin konuştuğu şeyi yazacağım şimdi.

Birini sevmek başlı başına zor bir eylemken, sevdiğin yüz yılı aşkın tarihe sahip bir takımsa, durum daha da zorlaşıyor. An geliyor sevgin için sınırları aşıyor, bazen de ona çok yakınken kavuşamamanın acısını yaşıyorsun. Ligin ilk maçında, nefeslerimiz tükenircesine, uzaktan uzağa desteklerken takımımızı tam olarak bu acıyı yaşıyorduk. Kavuşmaya daha çok vardı ve muhtemelen bu acı da gittikçe büyüyecekti. Tam da bu esnada hepimizin bildiği, şaşırtmayı çok seven TFF kararı çıktı. Ligin üçüncü maçı, ikinci haftasına denk gelen Manisaspor maçı için tüm Fenerbahçeli hatunlar “kuşandık sarı-laci, Saraçoğlu yokuşlarında”

İtiraf edeyim, tribün olarak büyük ama futbol açısından oldukça az umutlarla gittim maça. Kadınların tamamından aynı futbol ve tribün bilgisini beklemiyordum ama gördüklerim karşısında büyük hayal kırıklığına uğradım… Bir tek, “bedava yaptık koş koş” sloganı eksikti. Korkum başlayacağı yönündeydi bir de… Tribünün adabımuaşeretini bilmeyen her hatun çoluğunu çocuğunu kapıp gelmişti. Tamam, belki asıl amaç ve mantık buydu ama dilimize yapışan tezahüratlar yerine stada konser havası veren “bir daha, bir daha!” tezahüratını yapmak hiç hoş olmadı…

Fakat her şeye rağmen, işini gücünü bırakıp gelmiş yaklaşık 40 bin kadın vardı statta. Bu ne demek biliyor musunuz? Manisa maçının tam olarak karşılığı, “aşk” oluyor işte. Hayatında belki de ilk kez maça gelen kadınlar vardı tribünde, hatta çoğu öyleydi. Belki de tek geldiler, şehrin bir diğer ucundan. Ama her şeye rağmen, sadece kalpten dile dökülen ve aşkı en iyi anlatan amaç için, yani Fenerbahçe için oradaydılar…

Maça dönecek olursam, beklediğim futbolun aynısıydı. En fazla ne olabilirdi ki zaten? Başta Aykut hocanın Stoch ve Bienvenu kararını anlamakta güçlük çektiğimi belirteyim. Bir de sorum olacak hemen ardından, bu Caner’in futbolu hiç mi düzelmeyecek? Adamsız yerlere top atma olayı ya da… Futbolundan hiç hoşlanmadığım diğer iki isim olan Bekir ve Bilica’nın da sahada geniş yer kaplamasıyla maçta tat tuz kalmamıştı bana göre. Böyle kötü futbolun sebebi elbette fiziki yorgunluk. Biraz daha böyle giderse, lig bitimine bir ay kala tüm maçları oynamış olacağız zaten. Bunun, futbolcular için ne kadar zor olduğunu tahmin etsem de, Semih’in oyununa şaşırdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Uzun ve yorucu günlerin kötü izlerini silmeye çalışan futbolcuların omuzlarındaki yük arttıkça, futbolları o oranda kötüleşecek korkusu yaşıyorum. Ama biliyorum ki, benim futbolcum kendini toparlama yollarına gidecektir.

Kaptan Alex için söyleyecek pek sözüm yok aslında. Evet, akşamki maçta iyi değildi. Ancak 42 bin küsur kadın aynı anda sizin de isminizi bağırsa, bu kadar bile “iyi” olamazdınız.

Tezahüratlar dışında Dişi Kanaryaların içtenliğinin yanında, bir başkası daha vardı. Yine yedek kulübesinin kenarında, oturmasıyla kalkması bir olan, Güzel bir adam vardı. Samet Güzel’den bahsediyorum elbette. Samet’ten ve kaçan gollerde, yedek kulübesinden güç alarak sinirlerine hâkim olmasının verdiği güven ve içtenlikten bahsediyorum. En başından beri söylüyorum, futbol bu adamlar ve futbolu seven, onu yaşayan kadınlarla güzel…

İki puan rakip takımların cılız puan tablosu karşısında büyük bir kayıp değil, ancak olmaması gereken bir şeydi. Deplasman dönüşü, mabedin kadınları yerini Saraçoğlu’nun çocuklarına bırakacak. Maça “ücretsiz” olduğundan değil, sadece destek için gelen hatunlarla birlikte, hep bir ağızdan en güzel tezahüratlar sıralanacak…

Ve mabedin gerçek sahipleri söyleyecek son sözü: “Haklıyız kazanacağız” diye…

14 Eylül 2011 Çarşamba

Kötü Günlerin İzi Geçer Mi?

Yeni fark ettim, takvimim Temmuz'da kalmış. Ayın üçüncü günü yuvarlak içine alınmış, bir de not düşülmüş kenarına: "Fenerbahçe düşmanlarını yeneceğiz" diye...

Aklım kalbimi zorlayıp, "önce içerideki hainleri temizlemeli!" diyor. Haksız da sayılmaz...

Her şey geçip gider de, bu kötü günlerin izleri geçer mi?


Hadi şimdi geçeceğine, unutulacağına inandırın bizi...

13 Eylül 2011 Salı

Alex Doğmuş, Ne İyi Olmuş! -2




Alex’i en son “kişisel” olarak kaleme alışım, yine doğum gününe denk geliyor. Geçen seneki doğum gününde, her şey kötüye giderken bahsetmiştim ondan uzun uzun.
“Gidecek” diyordu birileri onun için, ben de geldiği günü hatırlayıp soluksuz iç çekişlerimi gözyaşlarımla birleştirip, lanet ediyordum gidişlere. Ama olaylar beklediğim kadar kötü olmadı. Başta, çok kızdığım ve sahada göremediğimi söyleyip düzelmesini istediğim futbolu kendi geldi. Hem de nasıl bir gelişti o öyle… Türk futboluna adını yazdıran, hatta düzeltiyorum adını yazmakla kalmayıp heykelini diktirtecek kadar sevilen ve sayılan bir adam, futbolcu, baba, kaptan olduğunu herkese yeniden kanıtladı. İçimizdeki Alex sevgisi büyüdü, kalbimizden ve tribünlerden taşıp sahaya dar geldi…
Öyle zor zamanlardan geçtik ki Fenerbahçe olarak. Aklımıza gelmeyen başımıza geldi ve en başından beri varlığını bildiğimiz Alex, yokluğuna katlanma fikrini bile sildi hafızalarımızdan. Biliyorsunuz işte, tekrardan uzunca bahsetmeye gerek yok. Şikesiydi, teşviğiydi derken biz Fenerbahçeliler birbirine daha çok bağlanıp, gerçek anlamda “bizden” olmayanları ayıklarken, aslında bizi bizden çok sevenin Alex olduğunu anladık…
Şimdi ben ne diyeyim ki senin için Alex? Gitsen de kalsan da sen benim için hep “en iyisi” olacaksın. Taraftarız en nihayetinde, daha ne futbolcular göreceğiz, daha kimleri kimleri yücelteceğiz Saraçoğlu'nda.  Ama senin yerin hepimizde farklı, biliyorsun işte, olayı daha fazla dramatikleştirmeye gerek yok.
Boğazların düğümlenip, kelimelerin cümlelere eşlik edemediği yerdesin Kaptan. Öyle çoksun ki içimizde. Her şeyinle benimseyip, fazla sahiplendik sanırım seni. Bir gün gidersen ne olur? Yerin doldurulamaz, bu bir gerçek. Stoch yetişiyor, senden sonra kaptan olacak, senin futbolunu izletecek bize diyorum, ama kimse senin gibi olamaz. Kabul, gidersen çok ağlarım. Ardından bakar dururuz belki uzunca bir süre. Biliyorum, sen de dayanamazsan Fenersiz kalmaya, döner gelirsin belki de bambaşka sıfatlarla. Şimdi okuyanlar, Alex’in gitme niyetinde olduğunu falan düşünmesinler. Bizi “zor” zamanımızda bırakıp gitmeyen adam, iki kelimeyi bir araya getiremeyen bir “adam” sıfatlıdan kat be kat iyidir.
Kaptan Alex, 10 numara Alex, Kralex… İsmine eklenen sıfatlar sadece bunlar. Biz onu, saçlı saçsız, gollü golsüz, keyifli keyifsiz her haliyle sevdik. Yedek kulübesinde otururken izlediği maçlarda aradı gözlerimiz onu… Oturduğu yerden kaçan pozisyonlara lanet eden, taraftar ve futbolcu Alex… O bizim en değerlimiz, en eskimiz… Futbolumuzun beyni Alex, futbolumuzun dehası, örneği, asili. 20 numarayla sevdik biz onu, 10 numarayla çıkardığımız göğe heykelini diktik… Kim ne derse desin, isteyen kabul etmesin, x futbolcu Alex’e bin basar desin ve hatta o x futbolcu bassın Alex’e bin. İnanın Fenerbahçeli taraftarlar olarak söylenenlerle zerre kadar ilgilenmiyoruz. Şimdi bu satırları, onları temsilen yazıyorum… Zamanı geldiğinde diğerleri gibi gideceğini bildiğim halde yazıyorum. Hiç bıkmadan ve usanmadan, Saraçoğlu’nda Alex nidaları atmaya devam edeceğiz!
Ne diyordum? Bugün doğum günün... Kaç oldun, 34 mü? Epey olmuş deyip üzmeyeceğim seni elbette. Biz seni futbolun dehası olarak sevdik, öyle kal gönüllerimizde. Fenerbahçe'yi bırakıp giden "diğerleri" gibi olma e mi, Kaptan? “Bunu söylemene bile gerek yok!” dediğini duyar gibiyim, ama olsun. Gidişini düşündükçe içim rahat etmiyor 10 numara…
Sözü çok da uzatmamalı aslında. İyi ki doğdun ve Fenerbahçeli oldun! Nice yaşlara futbol dehası, nice kupalara, sevinçlere!

10 Eylül 2011 Cumartesi

Nasıl Bir"Lig" Olacak?

2011/2012 Spor Toto Süper Lig bugün başlıyor.
Evet, olay aynen bu. Bir üst satırdaki kadar ciddi, soğuk ve altında kimselerin tahmin edemeyeceği kadar büyük anlamlar barındırıyor.

Diyerek sözlerime başladım ve devamını Maraton'da uzun uzun anlattım.

Okumak isteyenler için adres.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...