28 Temmuz 2011 Perşembe

Gözde Büyütmeyin!

Sabah saatlerinde gündeme oturan, “Fenerbahçe Emenike için gelecek teklifleri değerlendireceğini bildirdi” haberi ortalığı karıştırmaya yetti. Normal zamanda olsaydı, çoğumuz bu haberi okuduğunda farklı bir anlam çıkarmayacaktı belki de. Ama normal zamanlarda yaşamayı 3 Temmuz’dan sonra unutmamış mıydık zaten? Artık gelen her haber bir olay doğuruyor.
Emenike’nin satışa çıkarılmasından çıkarılan birçok sonuç var. Ama Fenerbahçeli taraftara en mantıklı geleni ve canı en çok yakanı, takımın Bank Asya’ya düşeceğini kabullenip hazırlık yapması… Böyle bir şey olabilir mi? Tabii ki de olabilir! Yoksa sahaya adımı atmamış bir adamı neden satmayı düşünsün ki Fenerbahçe? Çok iyi teklif geldiği için mi? Bu da kulağa mantıklı geliyor. Zaten Fenerbahçe bu adamı gecenin bir yarısı ekran karşısına çıkartıp imzasını attırmamış mıydı? Hatta giyecek forma bile bulamamıştı, öyle değil mi?
Diyelim ki sahiden de Fenerbahçe’nin Bank Asya’ya düşeceği kesinleşti. Ee? Ne var bunda? Yani büyük olaylar yaratıp, kişileri yerden yere vurmaya ne gerek var? Taraftar zaten renklerini sevmiyor mu bu takımın? Uğrunda ölüp bittiği, sonsuz sevgisi değil mi? Öyle. O zaman nerede oynadığının ne önemi var? Amaç futbol oynamak değil mi? Bulunduğun ligin ne önemi var?
Eğer böyle bir şey olursa, Fenerbahçeli taraftarlar takımının nerede oynadığını çok da düşünmesin. Zira nerede ve kiminle oynadığın değil, nasıl oynadığındır önemli olan.
Tabii Emenike’nin satışa çıkarılmış olması Fenerbahçe’nin küme düştüğü anlamına falan gelmez. İhtimallerden biri bu olabilir ama duruşma sonuçlanana kadar hiçbir şeyin doğruluğuna güvenmemeli. Duruşma sonuçlanmadan karar verileceği bir gerçek, ama duruşma sonunda aksi bir karar çıkarsa da, takımının üzerine yürüyen taraftar utanır, benden söylemesi. O yüzden hızlı davranmamakta fayda var…

22 Temmuz 2011 Cuma

Seninle Ölmeyi Seçtik Fenerbahçe!




3 Temmuz Pazar gününe dehşet verici bir başlangıçtan bugüne kadar hep aynı şeyi söyleyip durduk. Canı hiç olmadığı kadar çok yanan Fenerbahçe taraftarı, belki de hak etmediği şeyleri yaşayan Fenerbahçe kulüp ve camiası, sevenleri, sevmeyenleriyle öyle ya da böyle “şike soruşturması” başlığı altında ve kimsenin tahmin edemeyeceği ince detaylar eşliğinde uzunca bir dönem geçirdik. Buraya kadar Fenerbahçeli taraftarın tepkisi vardı bir şekilde. Uzun ve inişli çıkışlı bir yola girmiştik Türk futbolu olarak da, bu yola adım atarken canı yanan taraftarın Kadıköy’deki ilk buluşmada vereceği tepkiyi hesaba katmamıştı kimse…

Dün akşam, normal şartlarda sıradan bir hazırlık maçı olarak nitelendirilebilecek o maç, taraftarın isyanı, günlerdir içinde tuttuğu acısının haykırışı, nefesini nefesi yaptığı can takımıyla kucaklaşması oldu… Bu atmosferi içimde yaşayabilmek, tüm bu çirkinliklerden sonra Kadıköy’e ilk kez gelecek takımıma destek olabilmek ve bugüne dek akıttığım gözyaşlarına yanımda benimle aynı duyguları taşıyan on binlerce taraftarla eşlik edebilmek için maça gittim. İçimdeki acı katlandı, nefesler sahaya dar geldi…

Şimdi en başa dönelim.

Futbolcuların taraftarla kucaklaşması o kadar keyifliydi ki. Stada girdiğinden beri hiç susmayan taraftardan tutun da, alkış ve kucaklaşmayla taraftara destek olan futbolcuya kadar her şey harikaydı. En başından beri garip bir sempatiyle birlikte, nefreti içimde barındırdığım Guiza’nın yaptığı hareket ise görülmeye değerdi. Meğer bu adam sahiden canmış. Derler ya hani, kişi zor zamanda kendini belli eder diye. İşte dün akşam Guiza’nın tribüne atlayıp taraftarlara sarılıp gözyaşı dökmesi de, tam olarak bu söze denk geliyor.

Tüm yaşanan bu olayların getirisi olarak büyük bir moralsizlik eşliğinde maça başlayan Fenerbahçe, beklemediğim kadar iyiydi sahada. Futbolcular sahada, taraftar tribünde, hiç durmadı. Özellikle altını çizerek söylüyorum, Dia ve Stoch bu takımın bel kemiği olmaya aday. Ve hatta oldular bile diyebilirim. Caner’in oyunu ise hala düzelme göstermedi. Ama öyle ya da böyle, kenetlenmiş bir takım vardı sahada. İsabetli pasları, olmadık şutlar ve vuruşlar tamamlasa da genel olarak iyiydi. Tabii maçın altmışıncı dakikasına kadar…

O dakikadan sonra ne mi oldu? Bir taraftar nasıl ağlar, içi yanan insan hangi hallerde olur, bir haykırış ve isyan nasıl “ortaya” konulur onu gördük hepimiz… Bir takımın ve taraftarın, sonucu ve getirisi ne olursa olsun başkanına destek vermesi kadar doğal, içten ve güzel bir şey yoktur. İşin en kötü kısmı, kendine, duygularına ve haftalardır içinde yaşadığı en dolu hislere hâkim olamayan yüzlerce taraftarın sahayı doldurmasıydı.

Acısıyla tatlısıyla tam 104 yıldır varlığını sürdüren bir Fenerbahçe ve onu bugüne dek hiç yalnız bırakmamış taraftarı, dün akşam aynı hisler, aynı söz ve inançla oradaydılar. Artık bir şeylerin yoluna girmesini ve doğru ya da yanlış, kararların açıklanmasını istiyor herkes. Dün, on binlerce taraftar hep bir ağızdan söyledi bunu. Hepimiz istedik, aynı yüreklilikle söyledik.” Düşürün, biz sizin kirli ellerinize tutunmadan düştüğümüz yerden kalkmasını biliriz” dedik. Ve inanın bana, öyle de olur. Bu taraftar, ne olursa olsun takımını bırakmaz.

Biraz daha içlerini ısıtsın, korkularınızı tetiklesin “şike” operasyonu. Sonra vursun bu acının getirisi her birinizi. Sonları Fenerbahçe’ye bırakın, şimdi en başa dönelim: Ya böyle bir şey hiç olmadıysa?

Can hala yanıyor Fenerbahçe… Yaş gözde, söz dilde tükendi…


16 Temmuz 2011 Cumartesi

Yeni yazı!

“İçeri” aldığınız tüm bu adamlarla, yeni bir kulüp doğuyor: Metris Spor Kulübü.
Diyorum yazımı sonunda.. Dilerseniz aşağıdaki linkten yazının tamamına ulaşabilirsiniz..

http://www.maraton.com.tr/haberdetay.asp?Newsid=144652

7 Temmuz 2011 Perşembe

Bir Takımı Sevmek..




Hayata gözlerimi açtığımda, bir taraftardım. Önce Fenerbahçe’yi sevdim sarı-lacivert beşiğimde, ardından büyüdükçe futbolun kendisine âşık oldum. Uykudan uyandığımda, sahanın yeşiline daldım. Hiç tanımadığım ve bilmediğim adamların sevinçlerine ortak oldum zamanla, kaybedişlerinde gözyaşının güzelliğini tattım. Annemin kucağında ilk maçıma gittiğimde tanıdım Aziz Yıldırım’ı. Sonra gerisi geldi işte…
Futbolun bin bir güzelliğiyle birlikte acısını, haykırışlarını, vedasını, karşılamalarını, inançlarını yaşadım bir bir. İçimden taşan anılarım oldu. Serhat Akın’ın yüreğini, Tuncay Şanlı’nın ruhunu, Ali Şen’in sevgisini, Aziz Yıldırım’ın onuru ve gururunu yaşadım ben. Hayatım boyunca asla vazgeçemeyeceğim şeyler listesinde, zaman zaman zirveye oynadı Fenerbahçe ve futbol…
Sevindiğinde, gözyaşlarına boğulmaktır mesela futbol. Ezeli rakip, ebedi dost Galatasaray’ı 6-0 yendiğimizde, 6 Kasım’da, belki de asla unutamayacağım kadar çok ağladım ben. Takımıma destek olabilmek için zorlu yollardan geçtim, Saraçoğlu’nda yeniden sarıldım, sığındım sevgisine.
Acı gözyaşlarım da oldu tabii, tarih hep sevinç gözyaşlarını barındırmıyor. Denizlispor maçı var mesela, acıyı ve gururu aynı anda yaşatan nadir maçlardan biridir.
Şampiyonlar Ligi’nde, çeyrek finale kaldığımız gün dün günü aklımda. “Chelsea bile Kadıköy’den geçemedi!” demiştik göğsümüzü gere gere. Gurur dolu gözyaşlarıyla sonlandı ardından, asla unutamayacağım kadar çok ağladım.
Zico’lu Fenerbahçe’yi özlediğim de oldu. Uğuruna yeminler edip, yolunu yolum yaptığım Fenerbahçe’nin acısı, hepimizin ağıtı oldu.
Ama öyle bir an geldi ki, takımıma küsme noktasına bile geldim. Bir Anadolu takımı, koskoca İstanbul takımları arasından sıyrılıp şampiyon oldu. Nasıl oldu peki? Ertuğrul Sağlam’ın başarısı diyenler çoğunlukta. Hayır, Ertuğrul Sağlam’ın değil, Beşiktaşlı İbrahim’in başarısıyla oldu. Tebrikler ettiler, alkışlayıp başüstüne koydular. Asıl tebrik kendi kalesine gol atan İbrahim’indi, kimse fark etmedi.
Ben, o maçın ardından tam bir hafta kendime gelemedim. Nasıl olacak, ne yapacağız diye düşündüm durdum. Beşinci büyük ilan ettikleri Bursa’yı Şampiyonlar Ligi’ne yollayıp, bir bavul dolusu utançla geri döndüler…
Şimdi bunları niye söylüyorsun diyenler vardır aranızda…
Bir takımı sevmek, doğrusuyla, yanlışıyla, her zaman ve her yerde onun yanında olmaktır. Nefes istediğinde nefesini vermek, ölümüne yoluna yol olmaktır. Bir takımı sevmek, ona zarar geleceğini bildiği şeylerden uzak durmaktır.
Ben bir takımı sevdim ve sonucu ne olursa olsun onun yanında olmaya yemin ettim. Fenerbahçe küme de düşse, şampiyonluğu elinden de alınsa, tüm futbolcuları gidip sadece yönetim kalsa, hisseleri düşüp beş parasız olsa da ben onun yanında olurum!
Yaşadıklarıma bakıyorum da, canım hiçbir zaman böyle yanmamıştı. İçim acıyor! Günlerdir kimseyle konuşmuyorum, uykularım düzensizleşti, doğru düzgün yemek bile yemiyorum. Aldığım nefesin ağır geldiği de oluyor, dualar edip gözyaşları akıtıyorum. Yapılan haksızlığa, adaletsizliğe, futboldan uzak kirli ellerin siyaset hırsına da lanet ediyorum!
Ben Fenerbahçe’yi seviyorum ve başına ne gelirse gelsin,  onun sonuna kadar yanında olacağıma bir kez daha söz veriyorum!
 Şimdi herkes senin karşında durmuş haklı haksız, bilip bilmeden sana iftiralar ve lekeler atarken, ben seni daha çok seviyorum!


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...