19 Ekim 2010 Salı

5 - Adamlar Atıyor Abi!

Bir haftayı daha yenilgisiz kapamak nasıl huzur verici, nasıl keyiflendirici bilseniz dostlar!


Yine söylüyorum, hep söylüyorum. Lige kötü başladık, iyi bitirelim inşallah! Ama bu işler duaya-nazara bakmaz. Oynayacaksın, koşacaksın, helme ve pres yapmaktan korkmayacaksın. Bu kaçıncı maç oldu, idman havasında oynuyor F.Bahçe. Taktik belki de bu, bilmiyorum. Öyle oynadıkları her maçı aldılar zira. Konya maçı da aynen böyleydi. İlk çeyrekte kaçan golleri ikinci çeyreğin bitiminde Emre’nin müthiş golü unutturdu. Özellikle Emre’nin golünden bahsetmek istedim. Yetenek, zeka ve oyun gücünü kullanarak attığı bu gol bize galibiyeti getirmeseydi bile, maç sonunda yine alkışlardım!

Yobo yine defansın kralıydı. Lugano o özlediğimiz gollerinden birini atarken, yedekte kalmanın kimseye faydası olmadığının cevabını veren Semih ve Stoch gollerle taçlandırdılar geceyi.

Biz böyle oynayıp kazandıkça, “Avrupa’da neden yokuz?!” diyorum; içim yanıyor haliyle.

Milyon dolarlık futbolcuyu da alsanız getirseniz, alt yapıdan da yetiştirseniz takım da, taraftar da değişmez! Üst üste birkaç maç kazandık diye leylek olup uçtuğumuza kanmayın! İçten içe derbi korkusu var hepimizde. “belki” diyoruz çoğumuz, belki “bu kez” yener bizi Cimbom. Olur mu, olur. Böyle durumlarda ne yaptığımız biliyorsunuz artık. Toplu toteme davet ediyorum! Derbiye kadar susalım dostlar. Susalım ki, konuşacağımız günler gelsin.

Ne diyordum? Golü atan kanıyor abi, fazla söze gerek yok! Galatasaray 4 yer, Fener 4 atar. Futbol acımasızdır, gözyaşları çimleri yeşertmiyor ne yazık ki!

Şimdi susma zamanı. Sessizce önümüzdeki maça bakalım. Tribünden, televizyon karşısında, telefon bağlantısıyla ya da. Yeter ki bir kez daha verelim çubuklunun hakkını.
 Taraftar bunu hak ediyor!

4 - Ankara’nın Gücü Aslan-Kaplan Dinlemedi!

Nasıl kızgınım bir bilseniz! Dün geceki maçtan bu yana zor durdum, aklıma geldikçe saydım döktüm onlara! Birinin hüznü, diğerinin sevinci oluyor futbolda. Oynanan her maçta görüyoruz, bizzat yaşıyoruz işte! Artık Galatasaray’a olan kızgınlığım futbolcuları aştı. Bildiğin taraftara, yönetime kadar sıçradı yani. Yönetimden kastım, asla takımın başındaki teknik adam değil. Aksine, o futbol devini Ali Sami Yen stadında küçülten taraftar ve başkana tüm kızgınlığım…


Maça döneceğim ama önce maç sonundan bahsetmek istiyorum. Maçın ardından bir yığın G.Saray taraftarı, “yönetim istifa, Rijkaard istifa!” , “imparator oooley” gibi bir takım tezahüratlarla hüzünlerine sinirlerini katarak, kendilerince öfkelerini yönetime bildiriyorlardı. O görüntüleri görünce çıldırdım adeta! “aynısı senin tuttuğun takımın başına gelse, sen de böyle yapardın” diyen arkadaşıma da cevap olsun bu: aynısı benim takımıma da oldu ama ben bunu yapmadım! Başımda duran adamı tanımadan eskiyi yuvama davet etmedim! Takımın başındaki teknik adamın gitmesini isteyen taraftar, takımına gereken değeri vermiyor demektir! Canım kardeşim, adamlar oynamıyor Rijkaard ne yapsın?! Bu adam değil mi Barça’yı devleştiren? Öyleyse sorunu toz kondurmadığın futbolcularda aramalısın evvela! Zira sahanın tozunu yutmuş, taraftarın desteğini ardına almış bir takımın futbolcuları böyle oynayamaz! Eğer oynuyorsa da, G.Saray takımında olmayı hak etmiyorlar demektir!

Sinirlerim daha da bozulmadan maçtan söz edeyim kısaca.

Öpe koklaya baş tacı yaptığım Baros’un sakatlanmasıyla içim cızladı resmen. Ufuk’un kırmızı kartla oyun dışı kalması da tuz biber oldu… Zaten adamlar oyundan kopmuş, topu ayaklarında bile tutamıyorlar; Ankaragücü de ipleri eline alıp top koşturdu. 4 golle aslanın kükremesine müsaade etmeyen Ankaragücü’nün bu galibiyetinin renklerinden kaynaklandığını söyleyen bile vardı!

3 - Kartal, Manisa’da Uçuş Seferlerini İptal Etti!

2-3 biten bir maçtan bahsediyorum. Beşiktaş-Manisaspor maçı. Hani şu, ligin başından beri uçup yücelen, Guti’li, Q7’li Beşiktaş’ın yenildiği, Manisa’ya hapsolduğu maçtan bahsediyorum, aman karışıklık olmasın!


“herkes hata yapar!” dedirten bir maçtı. Yaptığım girişe aldırmayın hiç, zerrece kızmadım Beşiktaş’a. Sakatlar çoktu zira bu maçla da yenileri eklendi listeye. Hafta içi oynanacak Porto maçı öncesi gelen bu puan kaybı moralleri bozdu elbette. Ancak Beşiktaş cephesinde kafaya takılası daha mühim olaylar var. Maçın henüz yarısında oyundan düşen futbolcular ve sakatlar… Çözüm ne olur, Porto maçı ne getirir göreceğiz.

Dediğim gibi Beşiktaş aldığı bu puan kaybını telafi edecek güçte. Ancak sakat futbolculardan başı ağaracak olan teknik adamın o dillere destan zengin kadrosuna başvurması gerekecek.
Dilerim Porto maçında göz zevki doruklarda olur da, gole doyarız.

2 -Trabzon’u Üçten Aşağısı Kurtarmıyor!

Ligin sekizinci haftasında Kasımpaşa ile karşı karşıya gelen Trabzonspor, kaleyi adeta gol yağmuruna tuttu. Bir kez daha söylüyorum, bu adamları izlemekten zevk alıyorum abi, kim ne derse desin! Ligin daha başından, hatta geçen sezonun son maçından (!) beri Trabzon’un hükmü geçmeye başladı bende. An geldi, Liverpool’u “yine” yeneceklerine inandım. Destekledim, alkış kıyamet tebrik ettim.


Fenerbahçe maçı öncesinde Bıyıksız hanımlarla toplandığımızda bile, hiç şüphesiz kazananın Trabzon olacağını söylemiştik. İçim çok da yanmamıştı o maçta, görünen köye kılavuz gerekiyor işte… Neyse, hızlıca ileri saracağım şimdi.

Kasımpaşa maçına gelirsek, zaten alacağını, hem de farklı bir galibiyetle alacağını biliyordum. Kabul, 7 gibi bir rakam beklemiyordum. Ama ne diyebilirsin ki? Hadi tuta anlat bana bu maçı! Adamlar resmen sahada güle oynaya gol atıp, vitrin gezercesine top koşturdular. Nasıl aldılar diye sormayın hiç. Trabzonspor taktire şayan bir futbol oynadı da, Kasımpaşa sahada mı yoktu?! Vardı da, bunları böyle arkadaşım… Ne savunma var, ne atak! Koşmayan futbolcu, değersizdir benim gözümde. Madem çıktın maça ve diyelim ki rakip sağlam, yağacak bir şey yok diye çekme kendini sineye. Pres yap ağabeycim, bu kadar mı zor? Koş yani, en fazla yapabileceğin buysa yap! Yazıktır, günahtır o taraftara…

1 - Karabük Puan Topladı!

Evvela Bursa’nın maçına değinmek istiyorum. Yedinci hafta maçında Galatasaray’ı hiç beklemediği yerden vurup mağlup eden Karabük bu kez Bursa’yı da rahat bırakmadı. 2-2 berabere biten maçta, fiziksel açıdan Karabük hâkimiyeti hissettim sahada. Bursa’dan daha istekli, atak ve güven veren futboluyla taraftarın gönlünün kazanan Karabük, tabiri caiz ise Bursa’ya sahayı dar ederek nefes aldırmadı. Üstelik aynı zamanda, iki hafta üst üste rakiplerine puan kaybettirerek, ligin üst sıralarında yerini aldı. İlerleyen haftalarda oynayacağı maç rakiplerine gözdağı veren Karabük, “ben de buradayım” diyerek yerini belli etti.


Berabere biten maçta Bursa’nın çok da büyük bir kaybı olmazken, haftayı yine lider tamamlamayı başardı.

Golü Atan Kazanıyor Beyler, Fazla Söze Gerek Yok!

İsmine yeni yeni alıştığımız Spor Toto Süper Lig’de Pazartesi oynanan maçla da, 8. Haftayı geride bırakmış olduk. Şöyle bir geçtiğimiz maçlara bakıp, tozlarını alalım. Kim ne yapmış, nasıl yapmış gözden geçirelim.

14 Ekim 2010 Perşembe

Derbi Suskunluğu.


Lige verilen milli aralardan çok hoşlanmam. Hem futbolcunun, hem taraftarın dengesiz sarsılır bir hafiften, toparlanma sürecinde zedelenme olduğu bile görülür. Üstelik milli takım oynadığı maçlardan hiçbir puan alamadıysa! Yaşadık biz bunu, koskoca bir hafta boyunca nefesimizi sıkıntıyla içimize çeke çeke hem de... Mesut topla buluşan son adam olacak dedik, tutmadı. Azeriler kolay, 3'ten sonrasını saymayız dedik, olmadı. Hiddink'i yazmadım, hatta izlediğim hiçbir maçı yazmadım. Valencia maçı var önümüzde, Xavi sakat Barça'da, oturup onu bile yazmadım! Hiddink ve Oğuz'a ateş püskürtüp, Arda için (her ne kadar Arda'yı sevmesem de) ileri geri konuşan Erman Toroğlu'na hazırladığım lafları paylaşmadım. Sustum şimdiye dek, Konya maçını kaybetmeyi bile göze aldım üstelik susarken... Neyse, olayı masallaştırmadan konuya geçeyim ben.
Dün aldığım bir habere göre Niang'ın mrı çekilmiş, derbide oynayamama ihtimali falan varmış. Mr çekildiği kesin haber ama oynar mı oynamaz mı bilemem. Galatasaray derbisinden önce susarım hep, bilirsiniz. Bahis oyunlarına sırtımı döner, Galatasaray'ın "bu kez" bizi yeneceğini düşünürüm.
Dediğim gibi, Niang sakatmış. Varsayalım oynamadı Gs derbisinde. Tamam, büyük adam Niang. İyi golcü, süper hızlı forvet falan. Oynamıyorsa ne yapacağız, Fener bitti abicim! tweetleri gördüm dün.. Ne ayıp! Öldük mü? Yok, hala yaşıyoruz. Ne diyorsunuz siz ya?! Şimdiye kadar ki derbilere Niang'a güvenerek mi çıktık? Bunu, asla Niang'ı dışlamak amacıyla yazmıyorum. Sadece Fenerbahçe taraftarlarından bazılarının saçma salak konuşmalarına kızdığım için yazıyorum!
Alex'in burda olduğu yıllar içinde oynadığımız her Gs derbisinde gol attığını unutmayalım arkadaşlar! Volkan var ki bir de, panter kesilir derbilerde, annesinin dediği gibi. Güveneceğimiz, inanacağımız öyle çok futbolcumuz var ki! Karabük'ten iyi miyiz, değil mi? Cevap açık. Öyleyse fazla konuşmaya gerek yok. Demek ki, Galatasaray'ı yenecek güçteyiz!
Fakat ben yine de susma taraftarıyım. Totem yapalım arkadaşlar, susalım yine derbi için. Sessizlik maç sonu verilecek en iyi cevaptır. Olur da yenersek "yine" Galata'yı, bir ilk yapacağım, söz. Formamı giyip gideceğim okula. Yeter ki susalım şimdi, sessizlik inancımız olsun...

24 Ekim Pazar günü, saat 19.00'da derbi. Galatasaray'ı ölürcesine seven bir taraftar arkadaşımla izleyeceğim maçı, Galatasaray cephesinde hem de. Evet, yapacağım bunu. Şimdilik susalım, yeter...

9 Ekim 2010 Cumartesi

Tut Tutabilirsen Niang’ı!

Sizlerin de bildiği gibi haftaya oynanacak olan milli maçlar nedeniyle süper lige ara verilecek. Aslında teknik anlamda lige bu yönde verilen aralar futbolcuların dengesini hafiften sarsar. Cuma günü oynanan maçta G.Saray’ın almış olduğu mağlubiyetten sonra da, F.Bahçe için gereksiz bir şekilde korkmaya başlamıştım. Neyse ki korkum yersiz çıktı, totemimiz bir kez daha işe yaradı! Şimdi de bu leziz maçtan bahsedeyim biraz.


Gol atan forvet: Niang

Ben size dememiş miydim, Niang bize iyi gelecek diye! Şunu bilir, şunu söylerim; yaptığın transfer hakkını verecek arkadaş! Çok uzun zamandır forvet sıkıntısı yaşıyordu Fenerbahçe. Ne adamlar geldi Saraçoğlu’na “hücum oyuncusu” sıfatında da, hakkını veremedi. Kezmanıydı, Guizasıydı derken en nihayetinde aradığı kanı Niang’da buldu sarı-lacivertli ekip. Dia ve Niang ikilisini durdurmanın biraz güç olduğundan söz etmiştim bir önceki yazımda. Ayrıca bir başlık atın diyorum şimdi de, “Onlar takıma daha yeni alışıyorlar!” vakit gelecek, gol kralı olacak Niang, benden söylemesi! Zira ben bu maçta Fenerbahçe’yi değil, Niang’ı izledim…

Fırat Aydınus’un maç yönetme şeklini pek sevmem, bu akşam da beni şaşırtmadı zaten. Ama bunu yine söylüyorum, yeri geldikçe de söyleyeceğim: zaman geçtikçe Emre’nin hırsı bize zarar veriyor. Aslına bakarsanız futbolunu seviyorum. Fakat bazı durumlarda kartının olup olmadığını hiç umursamadan hakeme çıkışmasından rahatsız oluyorum. Akşamki maçta da tıpatıp aynısını yaptı. Eğer sarı kartı olmasaydı resmen haykıracaktım hakeme kartını çıkarsın diye ama Fırat benimle aynı görüşte olmuş olacak ki Emre’ye yalnızca sözlü uyarıda bulundu.

Sonunda Fenerbahçe takımının rayına oturduğunu düşünüyorum. Bunun zamanla olacağını elbette biliyordum ama savunmaya olan inancım günden güne azalıyordu. Ta ki Aykut hocanın kadroya Bilica yerine Yobo’yu almasına kadar. Defansta hem kaleciye hem bizlere öyle büyük bir güven verdi ki, maç bitiminde ayaktaydım onu alkışlamak için. Parantez içinde söylüyorum, bu akşam F.Bahçe sahadaki futbolu tamamen İspanyol futboluydu. Bilirsiniz, La Liga ekipleri maçlara ayağa pasla başlar, orta saha müthiş önem taşır. Top kayıpları az, hatalar telafilidir. Orta saha geçilir, rakip yarı alanının ilk metrelerinde atak başlar, gizliden gizliye. Ve gol. Ardından bir tane daha. Önde mi bu İspanya takımı? Öyleyse maçı garanti eder ve rakibe top koşturur. Bu zamanlarda forvetleri tut tutabilirsen! İsterlerse, bir gol daha atar, rakibi ezerler! Nasıl ama İspanyol futbolunun aynısı değil mi? Bence gayet öyle…

Bu maç için öyle uzun uzadıya yazılacak bir şey yok. Sahnede görmeye alıştığımız Niang vardı yine. Kazım bir de. Herkes kızıyor ona, sevmeyenler bile vardır eminim. Ama ben önemsiyorum onu ve sürekli söylüyorum: Kazım bu takıma lazım! Üçüncü golü atan Andre Santos’a kızgınım, gol attı diye yelkenleri suya indiremem. Geçen hafta oynadığı kötü futbol yetmemiş gibi yerli yersiz açıklamalarda bulunup mide bulantısı yaptı. Neyse bu konuya daha fazla değinmek istemiyorum, galibiyet sevincimi kaçırmaması için… Ayrıca değinmeden olmaz, Gençlerbirliği maçında Alex ve Volkan’ın performansları gayet iyiydi, bu yüzümü daha da güldürdü. Üstelik ben ilk kez Fenerbahçe’ye gelen bir teknik adamın alt yapıdan yetişmiş genç futbolcuları önemsediğini gördüm. İnanılmaz mutluyum. Bu durumda, Aykut hocanın bizim eski “golcümüz” olmasındaki payı büyük elbette, aramızdaki buzlar da eriyor böylece. Sanırım kazandıkça, hataları telafi yolunda yürüdükçe seninle iyi anlaşmaya başlayacağız. Taraftar da bunu istiyor, istiyoruz Aykut hoca!

Maçı kendi evinde 3-0 alan Fenerbahçe 10 olan puanını 13’e yükselterek 7. Haftanın sonunda ezeli rakibi G.Saray’ın önüne geçmeyi başardı.

Son olarak yazımı bitirmeden önce, transfer olayına bir kez daha değinmek istiyorum. Geçtiğimiz sezonlarda” yıldız” avlamaya bayılırdık. Paramız bol ya, faydalı faydasız dağıtırdık işte. Nihayet bu sezon toparlanıp kendimize geldik de, yararlı transferler yapabildik. Şimdi dönüp bakıyorum Beşiktaş’a. Öyle öpe koklaya getirdikleri futbolcuları henüz sahnede göremedim ben, Holosko bile hakkını veriyor geçmişin. Nerede Guti, Q7? Galatasaray sustu dedik transferde, sonra bombayı patlattı Misimoviç ile. Peki, neredeydi geçtiğimiz maçlarda? Fenerbahçe içinse sürekli bir şeyler söylendi, doğru düzgün hiçbir transfer yapmadığını iddia edenler bile oldu! Şimdi, çıksın onlar karşıma, bunu söyleyen siz bay ve bayan olaylara ters açıdan bakanlar dinleyin beni, size sözler hazırladım!

Dipnot: Maç bitiminden bir saat sonra yazılmış olan bu yazının arşivde niye bu kadar çok durduğu hakkında en ufak bi fikrim yok.
 
Dipnot2: Almanya maçı hakkında yazmak istemiyorum açıkçası, sonuç zaten bildiğimiz ve beklediğimiz gibiydi.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Bir Eksik Bir Fazla

İki takım, bir önemli maç. 2012 Avrupa Şampiyonası eleme maçı üstelik.
Almanya-Türkiye arasında 8 Ekim Cuma günü Berlin'de oynanacak olan maçtan bahsediyorum. Dünya Kupası'nda adı sahalarda yankı yapan Türk asıllı bir Mesut Özil var ki, sormayın gitsin. Gerçi duyduğuma göre kendisi açıklama yapmış, Türk değil başka bir milletten olduğunu söylemiş. Varsın olsun, hiç alakam yok onunla. Sizin de olmasın. Kariyeri için Almanya milli takımını seçti diye suçlayacak ya da ondan nefret edecek değilim. Zira kendisiyle Dünya Kupası esnasında tanıştık. O da bizimle tabii. Sanıyorum ki Real Madrid de keşif yapıyordu ki, ona rastladı.
Bir Mesut dedik, Türk bir çocuk böylesine önemli maçta milli takımımıza karşı forma giyecek. Gol atarsa sevinecek mi diye merak edenler var, korkmayın. Mesut topla buluşan son adam olacak!
Bir de Almanlar'ın 2008'den beri dillerinden ve sahalarından düşürmedikleri bir isim var, asıl konu edinmek istediğim o: Schweinsteiger. Yüzünün, ismini yansıttığına yemin bile edebilirim. Löw'ü bir telaş sardı ki sormayın gitsin! Schweinsteiger Türkiye maçında sakat olduğu için oynayamayacak.  Ancak bunun aynısı Dünya Kupasında da oldu. Almanlar bir futbolcuları için maç öncesinde "sakat" iddiasını ortaya atıp maçta çatır çatır oynattılar. Eğer bir ikincisi olursa Cuma akşamı, benim açımdan hiç de süpriz olmayacak.
Türk milli takımının en büyük eksikliği hiç şüphesiz ki Arda Turan olacak. Yokluğunda yerine oynayacak olan futbolcumuza büyük bir iş düşüyor, benden söylemesi.
Şimdi baktığımızda, Almanya milli takımı sahaya bir eksik ve bir fazlayla çıkacak. Eksik Schweinsteiger, fazla Mesut Özil...
Maç için susacağım yine, totem yapalım ortak heyecan için. Maç lehimize biterse en azılı soruyu soralım onlara: Almanlar Ağlar Mı??

Dipnot: Arjantin'i eze eze yendikleri maçta Messi ve Maradona'nın ağlayan yüzleri gitmiyor aklımdan. Tiksiniyorum sizden Almanlar, okey?

Aziz Yıldırım Beni Okuyor!

"Yok artık, Lebron..." diyebilirsiniz bu yazının başlığı için. Ancak önce biraz sakinlik rica ediyorum, her şeyi açıklayacağım.
Kalemim yettiğince futbolun özellikle de Fenerbahçe'nin kanayan yaralarından bahsedip duruyorum. Eksikleri tespit edip, not alıyor sizlerle paylaşıyorum bir de. Bu eksikleri görenin yalnızca ben olmadığımın bilincindeyim. Ancak bizim köklü başkanımız Aziz Yıldırım'ın bunları görebildiği konusunda belirli bir inanca sahip değildim. Ta ki, bu sebebi belli eksikliklerin çözüm arayışlarına girilinceye dek. Başlığıma eklediğim "Ben" Fenerbahçe'nin düşünen taraftar kesimini kapsıyor. Anlaştık?

Ben, burada Birinci Çözüm Yollarımı anlatırken, özellikle "yıldız transfer" ve "savunmasızlığa"dikkat çekmiştim. Henüz transfer döneminin göbeğinde bile değilken üstelik. Zaman geçip günler birbirini kovaladıktan sonra gördük ki, Fenerbahçe "yıldız avından" vazgeçerek, yapılması gereken en önemli şeyi yapmıştı! (Ters cümle.) Yerinde ve "işe yarar" transferler yaparak uygun hamleyi doğru zamanda kullanmıştı.
Savunmanın dengsizliği başta Lugano karmaşasının çözülmesiyle ayağını oturttu. Ardından "Yeter ulan!" dedirten Bilica Aykut hocanın da gözüne güvenirlikten uza ve agresif gelmeye başladı. Siyahi futbolculara kafayı takan yönetim, Yobo'yu savunmanın can alıcı noktasına alarak, hatasız bir defans oluşturdu.
Bitmedi tabii.
burada bambaşka Çözüm Yolları ürettim.
Alex dedim, idari görev falan. Seneye sözleşmesi bitecek olan Alex için bi jübile planladığını ve onun takımda bir görevi olmasını istediğini açıkladı Aziz Yıldırım. "Ağzından bal damlıyor!" dedim sonra.
Deplasmanı kaderimiz olmaktan, Kasımpaşa maçı ile çıkarmış olduk. Ağır bir espri yaparak, "Kasımpaşa'nın suçu yok, biz onu Cimbom sandık.." bile dedik.
Bir an evvel eski Fenerbahçe olmamı gerekiyor dedim, en azından bu uğurda bir-iki emin adım attık.
Sonra burada, rakibe göre oynamanın tehlikesini ele aldım, tüm takımların bu tehlike içinde olduğunu söyledim. Son iki maçtır bu durum Fenerbahçe için değişti diyebilirim.
Az biraz sabır falan derken, kaleci eksikliğinden çok söz ettik. Hoop Serkan Kırıntılı geldi. Daha bahsettiğimiz ama şimdilik atladığımız konular var elbet.
Fenerbahçe'yi okuyan (ruhunu) taraftar ve yönetim, sorunların çözümü için elele bile vermeli gerektiğinde.
Şimdilik söz sizde. Aslında söz hep bizde, biz hep.. Aman, neyse ne canım!

#Çubuklunun Hakkı

Üstlerine giydikleri formaya 'gelir kaynağı' olarak bakan futbolcu tipinden tiksinirim. Günümüzde hala böyle düşünüp, böyle oynayanlar var-yadırgamayın onları. Futbolun sanat, yetenek, zeka işi olduğunu düşünenlerdenim ben de. Bundandır ki, üste giyilen ve her milimi akıttığın terle ıslanan formanın hakkının, futbolcuda büyük olduğuna inanıyorum. Taraftarın sevgisinden önce, formanın hakkını kazanmalısın. An geliyor, maç oluyor ki bizim çocuklar üstlerinde #Çubuklu forma ile kaderin iplerini çekiyorlar. Öyle iyi, öyle yürekten oynayıp hakkını veriyorlar ki, sadece kaybettiğimiz değil-kazandığımız maçlarda bile beni ağlatıyorlar.
Gençlerbirliği maçı da buna örnek işte. #Çubuklunun hakkını bir kez daha verdiniz çocuklar, bu böyle gitsin. Taraftar bu futbolu, bu futbolcuyu, bu skoru görmek istiyor daima.
Üstüne giydiğin formayı hak edeceksin!





2 Ekim 2010 Cumartesi

Baros Yoksa Ben de Yokum!


Spor Toto Süper Lig’de 7. Haftanın açılış maçları Cuma günü, Bucaspor-Eskişehirspor ve Kardemir D.Ç. Karabükspor-Galatasaray arasında oynandı. Ben bu maçlardan Galatasaray’ınkine değinmek istiyorum ufaktan, sinir kat sayımı çok da yükseltmeden…

Öncelikle yazıma isim olan başlığa açıklama getirmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta oynanan maçta Baros’un iyinin çok üstündeki performansını görünce, kesinlikle Galatasaray’ın ona hala ihtiyacı olduğunu düşündüm. Öyleyse dedim, bu maçı da taraftarmışçasına izle Arzu; hazır o sahada çok da sevimli bulmadığın Arda da yok, bak bakalım nasıl oluyormuş diye… Sahiden de öyle yaptım. Oturdum televizyon karşısına, bir G.saray taraftarının yerine koydum kendimi. Yazının başlığındaki “ben de” derken, G.Saray taraftarını temsil etmeyi amaçlıyordum aslında.

Karabük maçının Galatasaray için, Kasımpaşa ve Fenerbahçe arasında oynanan maç tadında olacağını düşünüyordum. Hatta Karabüklü Cernat’ın 2. Dakikada kazanıp attığı o sevimsiz penaltıdan sonra bile fikrim değişmedi. “Maç 90 dakika” , “top yuvarlak” klişelerini bile kullandım Hakan’ın ayağından gelen 2. Golden sonra. Niye ve nasıl güvendiğimi bile anlamadım oysa… Maçı izleyenler hak verecektir, Galatasaray’ın ilk yarıda tek bir pozisyonu bile yoktu!

Maç esnasında Galatasaray’ın fazla fanatik taraftarı olan arkadaşım Orçun ile sürekli iletişim halindeydik.Tutkunu olduğumuz takımlar farklı olduğundan, kendi "futbolumuzu" ve takımlarımızı tartışırız sürekli. Akşamki maçta ise hemen hemen aynı cephedeydik diyebilirim.İlerleyen satırlarda buna yine değineceğim.

İkinci yarıya geçersek, G.Saray’ın ilk pozisyonu altmışıncı dakika dolaylarında Pino’nun geliştirdiği atakla oldu; ancak topla buluşan Misimoviç kötü gününde olmuş olacak ki gayet uygun olan pozisyonda topu ağlarla buluşturmayı başaramadı. Sinirden çıldırırcasına bağırdım ama ne fayda! En nihayetinde yakaladığı ikinci pozisyonda Barış ile golü bulan taraf Galatasaray oldu da, derin bir “beraberlik geldi gelecek” nefesi aldık.

Evet, ben kendimi öyle kaptırmışım ki maça, gelen golle beraber sevinç çığlığı attım. Golün ardından oyuna dâhil olan Sabri ile futbol arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Tamam, iyi güzel oynadı ama o son dakikalarda yaptıklarıyla kalbim nasıl durmadı diye hala şaşırıyorum! “Sabri, Sabri, Sabri…” diye bağırmaktan beter oldum! Aytekin Durmaz da bu maçta biraz taraflıymış gibi geldi bana. "Yok canım, Karabükle ne ilgisi var adamın?!" diyecek oldum ama düşüncelerimi dış sesle yansıtmadım...
Zaten teknik adam Frank Rijkaard zor bir dönemden geçiyor, bu yüzden takıma ve ona çok fazla yüklenilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Neyse, sonuç olarak maçı K.Karabükspor 2-1’lik bir skorla alarak ligdeki puanını 13’e yükseltti ve G.Saray’ın önüne geçti. Cimbom günden güne kan kaybediyor, taraftarın için acıyor arkadaşım! Benim için hava hoş, Fenerbahçeliyim ezelden. Ama bu, futbol zevkimin önüne geçeceği anlamına gelmez. Dilerim ligdeki tek kan Beşiktaş olmaz da, biraz heyecan gelir…

Ne diyordum? İşte benim o taraftar arkadaşımla, Sabri’ye etmediğimiz laf kalmadı. Kızdık, sövdük, saydık, döktük… Misimoviç hayal kırıklığına boğdu, Barış nefes kesti, Pino kafayı yedirtti, Baros üzdü, Arda kendini arattı derken bu maçı da geride bıraktık. Bu maç Karabükspor için önemliydi elbet, zira tarihlerinde ilk kez sarı-kırmızılı ekibe karşı bir galibiyet kazandılar.

Son olarak diyorum ki, Baros yoksa ben de yokum arkadaşım!

Dipnot: Futbolunu da al, git Sabri, kızıyorum artık sana fazlasıyla!

Dipnot2: Fenerbahçe’nin maçı içinde korkmaya başlamadım dersem yalan olur. Totem yapalım, hepimiz susalım bu maç için, ne dersiniz?

Unutmadan, Buca ve Eskişehir 0-0’lık bir skorla berabere kaldılar…




1 Ekim 2010 Cuma

Bojan Krkic Perez

Nereden çıktı şimdi bu çocuk? diyeceksiniz, durun açıklamamı yapayım. Yazmak için haklı sebeplerim var!
Bizim Bojan diyorum ben ona son birkaç haftadır, gayet de bizden görüyorum onu. Ufaktan bahsedeyim size ondan; tanıyanlarınız, sevenleriniz hatta hayranı olanlarınız vardır elbet.
20 yaşında olduğuna inanabiliyor musunuz? Ben inanıyorum, hayret de etmiyorum :)) Zira Barça'nın kadrosunda genç isimlerin yeri çok. En iyi iki örnek Pique ve Messi benim için. (Onları sevdiğin için yazdın. Hadi Hadi.)
1990 doğum bizim Bojan. Bakmayın sürekli Messi ve Pique ile "takıldığına". Gelecek de Messi'nin yerini alacağı söylentiler var, hak vermiyor da değilim hani. Çok büyük olmasa da bir şeyler bekliyorum o çocuktan.
Futbolunu seviyorum. Serii ve kaliteli oynuyor. Pasları kuvvetli, isabetli çoğu. (Yok artık, saymadın herhalde?)
Geçen gün ki Şampiyonlar Ligi maçında fark ettim onu yazmam gerektiğini. Kısa da olsa, konu edeyim dedim, çok da iyi yaptım.
Baya da bir sevimli bizim Bojan. Ama resmi bir ilişkisi var, aman he! : ))
Bakalım, dediğim gibi bu çocuktan fazla şey bekliyorum, özellikle yakın takibe aldım haberiniz olsun. Arada not düşeceğim Bojan ile ilgili, şimdilik bu yeter.


Dipnot: Messi'nin yerini alacak dedik, ispatımız da var tabii. O daha Barcelona ile ilk resmi maçına çıktığınd ismini bile bilmiyordum. Zamanla öğrendim. Nasıl mı? Maç performansıyla falan değil, bizzat attığı gollerle. Barca altyapısında 7 yılda 889 gol atmışlığı var, azımsanacak bir rakam değil bence.



Devler Ligi’nde Bir Cüneyt Çakır


“Cüneyt Çakır” ve “Avrupa maçları” aynı cümlede kullanıldığında çok da tezatlık yaratmaz aslında. Avrupa takımlarının kulak aşinalığı var ona, bayat gelmiyor bu yüzden göze de… Ama elbette şampiyonlar ligi bir ilk oldu Cüneyt için.


Devler Ligi’nde grupların ikinci maç hakemleri açıklandığında herkes de bir , “n’oluyor ya?!” havası vardı. Bizim, eli de gönlü kadar kart zengini olan hakemimiz Rubin Kazan-Barcelona maçını yönetecekti; haydi hayırlısı dedim duyunca, Pique kart görmese’ler falan gerdi ardından…

Maçın bitiş düdüğü, başlangıcın ki kadar saniyelikti bunu söyleyeyim önce. Cüneyt Çakır’ın maçı nasıl yönettiğini ele alacağım ama maçı ekran bakışıyla yazmamak da olmaz hani.

Çarşamba akşamı sahada gördüğümüz Barca, her ne kadar telaşlı oynamış olsa da, gözümü futbola doyurdu! Bu zaten hep böyle oluyor. “Barcelona futbolu keyif vermez!” diyenlere hep karşı çıkarım kendi içimde, zira Barca futbolun da ötesinde benim gözümde.

Dün maça ilk 11’de başlayamayan Messi’nin sakat olduğunu biliyorduk. Bizim cânım hakemimiz Cüneyt’in Rubin’e penaltı vermesiyle bin bir telaş aldı Katalanları. Kulübede yerinde duramayan bir Guardiola, sahada net vuruşlar yapamayan Barcalılar ve Gökdeniz vardı. Ne kadar istekli oynadı akşam, oysa futbolunu çok da sevdiğimi söyleyemem. Aslına bakarsanız Messi’nin oynamadığı her maçta, Messili ve Messisiz Barca arasındaki farkları da görüyoruz. Rubin’deki defansın kalitesini de es geçmeyeyim, etten kemikten değil, demirdendi hepsi sanki. Geçebilene aşk olsun!

Penaltı Maçı

Evet, evet yine aynı şeyi söyleyerek söze başlayacağım. Penaltıyı sevmiyorum, penaltıdan atılan golleri takdir etmiyorum, eğer kader değiştirici ve beraberlik sonucu atışı şeklinde de değilse, atılan penaltılara saygı duymuyorum. Buyurun, istediğinizi söyleyebilirsiniz ama kesinlikle futbol zevkimi dibe vuruyor benim bu atışlar. “zekâ işi” diyor bir arkadaşım penaltı atışları için, ben de tamamen ona katılıyorum ama bir eksik belki de bir fazlayla. Durağan topların müthiş önemi vardır bende, hele orta sahanın biraz ilerisinden atılan serbest vuruşların tadından yenmez! Ama işte diyorum ki, zekânı kullanacaksan penaltıda değil, orada kullan kardeşim. Neyse, bu konudaki görüşlerimi gayet iyi biliyorsunuz artık, maça dönelim.

Demiştim ya, bol kartlıdır bizim hakemimiz diye. Türk futbolcuları yalnız değil artık, Barcalılar’ın da ağzı yandı onun kartlarından! Maçı iyinin üstünde yönetti, ona sözüm yok. Kartların bir kısmı yerindeydi, penaltılar da öyle. Ama ne yazık ki talihsiz bir maça denk geldi, tam tadını çıkaramadık. Cüneyt Çakır’ı daha iyi, burada iyiden kast büyük turnuvalardır, maçlarda görecek miyiz, sanıyorum bunu bize zaman gösterecek ama kendisinden ümidim var açıkçası.

Berberliğe sevinen bir Rubin Kazan teknik adamı, kendini paralayan bir Guardiola, sakat halde takımına destek verip yararlı olabilmek için maça giren Messi, anlık kayıplarla serbest vuruşlardan gol kaçıran bir Pique vardı dün sahada.

Şampiyonlar ligi gruplarda ilk maçı 5-1 alan Barcelona, bu maçta berabere kalarak 1 puan ile evine döndü. Beraberliği ise, Rubin Kazan’dı.

Unutmadan, en üst paragrafta maç öncesinde söylemiş olduğum, “Pique kart görmese bari…” dileğim gerçekleşmedi, o da Cüneyt’ten nasibini alarak en azından sarı kart görerek maçı tamamladı.

Not: maçta kırmızı kart gören olmadı. Bu iyi bir şey!

Dia ve Niang’ı Kim Durduracak?

Spor Toto Süper Lig’in 6. Hafta kapanış maçı Kasımpaşa-Fenerbahçe arasında Ali Sami Yen Stadı’nda oynandı.


Fenerbahçe’nin bu maç için hazırlıklarını yakından takip ettiğimden olacak ki, pek de önemsemiyordum. Benim önemsemiyordum dediğime bakmayın siz, bu maç Fenerbahçe için oldukça önemliydi. Yeni sezonun Fenerbahçe’sinin deplasmanda ne kadar kötü olduğunu, oynadığı maçlardan ikisini kaybettiğini gördük. Şu sürekli kızdığım, “rakibe göre oynamak” klişesinin bu maç için geçerli olmayacağını düşünüyordum. Hazırlık maçlarını takip edenler de biliyorlardır, adeta gol yağmuru olmuştu sahada; Kasımpaşa karşısında neden olmasın diye de düşündüm elbette.

Dedim ya, üç puanla 6. Haftayı kapatacağımıza olan inancımla, bu maça çok fazla önem vermiyordum. Onun verdiği bir rahatlıktan olacak ki ancak 10. Dakikada geçebildim televizyon karşısına. Bir de ne göreyim?! Bizim, “keyif maçı” diye tanımladığımız karşılaşmanın henüz ilk çeyreği bile dolmamışken, Kasımpaşa, sonradan gördüğüm gayet fiyakalı bir gol atmış Şahin’in ayağından. İşte ben tam da bu dakikalarda, “eyvah!” dedim, “ne oluyorsun savunma?” diye bir de güzel çıkışarak savunmaya olan güvensizliğimi bir kez daha dile getirdim.

Henüz 6. Dakikada gol yedi diye maçı elinden bırakacağını düşünmüyordunuz herhalde Fenerbahçe’nin? Hani bıraktığı da oldu elbet geçtiğimiz sezon maçlarında ama bu kez çabuk toparlandı bizim çocuklar. Aslına bakarsanız bu penaltı gelmeseydi ve Dia’nın o muhteşem çıkışları olmasaydı skor ne olurdu, tahmin etmek çok da güç değil… Penaltı demişken, 15. Dakikada “hakkıyla” aldığı penaltı vuruşunu her zamanki gibi Alex ile kullanan F.Bahçe topu ağlarla buluşturarak beraberliği yakaladı. Eh, artık tanıdık birbirimizi. Defalarca söyledim, bıkmadan da söylerim arkadaşım! Eğer maç sonu beraberliğinden dolayı kullanılacak penaltılar değilse, maç esnasında alelade gelişen ataklar sonucu hataya düşen futbolcudan gelen penaltıları sevmem ben. Atılır, mis gibi de gol olur. Hele de beyaz noktadaki, topun başındaki, Alex ise. Ama sevmem işte ben. Bazıları göz zevkidir, toparlayıcıdır da kimi zaman. Aynı bu maçta olduğu gibi… Yine de bu görüşümün pek değişeceğini düşünmüyorum. Neyse, maça dönelim biz tekrar…

Ne diyordum? Penaltı geldi, Fenerbahçe beraberliği yakaladı. Dilim de, gözüm de alıştı Dia-Niang ikilisine. Peki, onlar bu skorla yetinir mi? Hayır. Öyle de oldu en nihayetinde. Bazıları bu maçın izleyenleri göz zevkinden mahrum bıraktığı görüşünde ama ben hiç de öyle düşünmüyorum. Zira öyle heyecanlı ve zevkliydi ki, beklemediğim kadar yüksek tempoda geçti. Diyorum ya, top bir o kalede bir bu kalede derken, dakikalar seksen civarını gösteriyordu. 4-2 öndeyiz ya, ağırdan alıyoruz kendimizi. Parantez açarak şunu da söyleyeyim, maçın bitimine sayılı dakikalar kaldı ve sen öndesin diye maçı ağırdan almak falan olmaz! Nerede kaldı bunun oyun ruhu, futbol zevki. Çıkar kartını hakemciğim, çıkar. Bunu yapan kim olursa olsun acıma kardeşim! “Aa, futbolun geleneğidir o!” diyebilirsiniz elbette ama bu benim görüşüm.

Dakika seksen beş civarını gösterdiğinde yavaş yavaş tribünler boşalıyordu. Dün sahada gördüğümüz, bir nevi Alman futboluydu diyebilirim. “Son dakikaya kadar maçı bırakmamak” budur!

Niang’ın golünü üçleyip hat-trick yaptığı maçta, Alex ligdeki gol sayısını 98’e yükseltti. Kaptandan lig bitimine kadar, bunu dümdüz ve leziz bir sayıya tamamlamasını bekliyorum açıkçası.

Başa dönecek olursam, dönemin en uyumlu transferi Dia ve Niang ikilisi şimdiden iyi işler yapıyor, yolları da açık bence. Biliyorum, birlikte daha çok gol atacak, galibiyetin öncüsü olacaklar belki de. “Bu takımda fark yaratacağız” demişlerdi, yüksek ışıkla sinyallerini vermeye başladılar. “Sonu Guiza’ya benzer”, “hiç gol atamaz”, “Fener’e faydası olmaz” diyenlere cevabın başlığı olsun bu şimdilik, bekleyip göreceğiz, göreceksiniz diyelim ve susalım. Ne dersiniz, “önümüzdeki” maçlarda Dia ve Niang’ı kimler tutabileceğini düşünmeye başlasa mı teknik adamlar? Hayır, ben henüz onları durdurabileni görmedim de, ön hazırlık olsun diyorum…

Ali Sami Yen Stadı bu hafta gole doydu, bunu da söylemeden geçmeyeyim. Baros ve Niang’ın hat-trickleri haftaya damgasını vurdu der ve burada bitiririm yazımı.

Dipnot: Maçı gayet günlük güneşlikmiş gibi yazdığıma bakmayın. 6 gol attık, 3 puanı da aldık diye gevşeyecek de değilim. Tam düzeldi dediğim anda savunmanın dengesizliği beni sarstı doğrusu, hiç hoşlanmadım bu durumdan! Aykut hocanın da benimle aynı görüştü olduğunu ekleyeyim. Bilica’ya karşı zaten sempatiden yoksunum, bir de üstüne Santos eklenecek sanki. Dün akşamki maçta yaptığı top kayıplarıyla çıldırttı beni, söyleyin ona toparlasın kendini.

GOLLER: Şahin (dk. 6), Ersen Martin (dk. 25) (Kasımpaşa), Alex (dk. 15 Pen. ve 90+4), Emre (dk. 21), Niang (dk. 24, 64 ve 90) (Fenerbahçe)



 
Dipnot2: Fenerbahçe hangi takımı yendi; Kasım-paşa, kaç gol attı; 6, toplam kaç gol oldu; 8: 6 Kasım'ın 8. yılı kutlu olsun!

Kartal Yolunu Biliyor!


Futbol dünyasında lig takımları sadece yeni sezon başladığında değil, sezon açılmadan önce de taraftarlarına tarifi imkânsız bir heyecan yaşatırlar. Bu heyecanı kalbine ilk dolduran taraftar grubu, takımlarının süper lige yükselmesinin sevincini yaşayanlardır. Ardından ballandıra ballandıra dillere destan edilen bir süreç olan transfer dönemi başlar. İşte o, en büyük keyiftir! Hele de tutkunu olduğun takım “yıldız” ya da “yıldız adayı” transferi yaptıysa, tadından yenmez bir hal alır!


Transferlerde giden-gelen kim olursa olsun yeni sezon başlamadan önce zihnimde, kalbimde ve hayalimde tek bir şampiyon adayı olur: Fenerbahçe! Geçtiğimiz 2009/10 sezonuna Galatasaray ile Fenerbahçe’nin oldukça iyi başlamaları aday sayımı ikiye yükseltmişti. Ne olduğunu anlamadığım bir anda kendini gösteren Timsahların, tıpkı bir önceki sezonun Sivasspor’u gibi rayına oturacağını düşünmüştüm. Ancak bu hiç de umduğum gibi olmadı. Lige iyi başlangıç yapan sarı-kırmızılı ekip şampiyonluğa aday bile olamamışken, ligin “çerez” gözüyle bakılan takımı Bursaspor kupayı kaldırmıştı…

Şöyle bir geçtiğimiz sezonlara dönüş yaptıktan sonra asıl ele almak istediğim konuya döneyim. 2010/11 sezonunda transferleriyle fark yaratan takım Beşiktaş oldu. Geçtiğimiz sezonlarda Fenerbahçe ve Galatasaray’ın uyguladığı transfer politikasını esas alan Kartallar, gündeme oturmayı başardı.

Demiştim ya, durum ne olursa olsun tek bir şampiyonluk ayım vardır diye… Bu, gerçekleri görmeyeceğim anlamına gelmez elbette. Beşiktaş takımında yapılan altlı üstlü değişiklik kendini daha ligin ilk haftasında belli etmeye başladı.

Bir önceki yazımda Beşiktaş maçını anlatırken, “Hatalar Diz Boyu!” demiştim. Bu, yalnızca o akşamki maç için geçerli değildi. Geçen sene, adını duymaktan bile sıkıldığım bir Beşiktaş vardı ligde. Oysa şimdi öyle mi? Beşiktaş’ın “futbolunu” izleyip, yazmanın, konuşmanın ve eleştirmenin nasıl bir haz verdiğini yeni anlıyorum. Süper lig takımlarının yollarında ilerlerken arada bir dönüp arkalarına bakmaları gerekir diye düşünüyorum. Sanırım Beşiktaş kulübü de bu dediğimi onaylıyor ki, geçmiş sezonlarda yapmış olduğunu hataları telafi yolunda. Biz, Türk takımları olarak dönüp arkamıza baktığımızda Avrupa’da beş temsilciyle çıktığımız yolun çok başında fire verdiğimizi görüyoruz. UEFA’da emin adımlarla giden bir Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi’nde tökezlemesi an meselesi olan bir Anadolu takımı derken, aslında bu sene ligde de kimin iddiasının büyük olduğunu görebiliyoruz.

Elbette yeni sezonun henüz başındayız ama hafta ve oynanan maç sayısı arttıkça galibiyet, beraberlik ve mağlubiyet kavramlarının değeri de artıyor. Şimdilerde bayrağı elinde tutanın Beşiktaş olduğunu düşünüyorum. Ama bence bu sezon için Anadolu takımlarından bir çıkış değil de, büyüklerimizden ani bir yükseliş beklemeliyiz. Bana öyle geliyor ki şimdiler de kendilerini sineye çekti çekecek gibi duran “büyüklerimiz” ligin zorlu haftalarında taraftara şu bahsettiğimiz tarifi imkânsız heyecanı yaşatacak.

Ne demiştim? Kartallar gerçekten de yolunu biliyor! Gittikleri yol şampiyonluk, gittikleri yol Avrupa yolu! Ama yine de şimdiden kestirip atamayacağım. Benim hala şampiyonluğa tek bir adayım var. Kendi içinde çelişen, çalkantılar yaşayan bir Fenerbahçe yol yakınken özüne dönecektir, en azından ben bunu umuyorum…

Burada size Beşiktaş’ı gözünüzde büyütün falan demiyorum. Yalnızca biraz objektif bakıp, takiplerinizi ona göre yaparsanız olan biteni zaten anlayacaksınızdır. Ama tabii bu, her şeyin bittiği anlamına gelmez. Sanırım bu durumda, “zengin” kadrosunu iyi kullanan takım, “yolunu biliyor” konumunda. Bu ilerleyen maçlarda bir Galatasaray, haliyle Trabzonspor da olabilir. Ben yine de Beşiktaş’ı göz ardı etmeme taraftarıyım. Ancak, Fenerbahçe’nin yapmış olduğu “akıllı” ve “yerinde” transferlerini değerlendirerek taraftarın beklediği performansı göstereceğine inanıyorum. Aslında inanmak istiyorum da diyebiliriz. Benim böyle olumsuz konuştuğuma bakmayın siz bir üst paragrafta da dediğim gibi, hala şampiyonluk yolunda tek bi adayım var: Fenerbahçe…

Durum böyle gitmez de değişirse, “bekleyip göreceğiz” demekten başka bir şey gelmez elimden. Ama puan kaybettikçe inanın önümüzdeki maçlara falan bakmayacağım. Gözümü yönetime dikip, Fenerbahçe taraftarını ikiye bölen o istifayı isteyeceğim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...