23 Mayıs 2010 Pazar

Ölüm Soğuk .

Hani o tutkunu olduğumuz Alacakaranlık'ın son repliğinde Bella, " Ölüm huzurlu, kolay. Zor olan yaşamak. " demişti. Ve buna benzer daha milyonlarca ölümün acısını hafifleten söz var. Bugün, hiçbir şeye inancım yokken, o sözlerin gerçekliğine inanmak isterdim...
ölüm soğuk, ölüm adil değil. ve aslında hiçbir şey bu kadar kolay olamaz. bilmiyorum. bana kalırsa, hiçbir acı ölümlü dinecek kadar aciz değildir...
Cuma günü. Bilmiyoruz ki hiçbirimiz yarın ne olacağını. Teyzemden gelen telefonla irkildik. Ama hiçbirimiz kendimizi buna hazırlamamıştık. En azından bu kadar çabuk olacağına. Kursa gittik, normal bir günmüşçesine. Kurs çıkışında arkadaşımşla otururken, hayatımda en sevdiğim adamın ÖLÜM haberini aldım. yaşadığım şoktu sanırım. nefes de alamadım bir süre. sonra olduğum yerde, sesim çıktığınca, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. seni bu kadar çabuk kaybetmeyi beklemiyordum!
O alandan olabildiğince uzağa, Yenikapı'ya gittik. Hepimiz. Herkes. Tanıyan, tanımayan herkes. Başsağlığına, mekanı cennet, toprağı bol olsunlara, Allah sabır versinlere geldi. İlk gece kalabalıktı. Ama ölüm soğuktu. Henüz hiçbirimiz ayrımında değildik, yaşamak mı, ölmek miydi.
Ertesi gün, Cumartesi günü Zincirlikuyu mezarlığında ikindi namazından sonra defnedildi. Acımı, hıçkırıklarımı anlatamam. Sessizliği bozan bakışların üstümüzde olmasına aldırmıyorduk bile. Oysa o hep kızardı ağlamamıza. Aciz insanlar ağlar derdi. Acizdik, seni kaybettik. Camide okunan dualar, akşamsı mevlüt derken, artık senin olmadığın, bir daha ASLA olmayacağın gerçeği de dank etti. Kendimi kaybetmiş gibiyim.
Hayatta en çok sevdiğim adamlardan biriydin. Sonu böyle bitmemeliydi. Son bir kez olsun konuşmadan gitmemeliydin! Seni çok özleyeceğiz. O kadar harika bir insandın ki..
Şimdi yokluğun öyle soğuk, öyle acımasız geliyor...
Bundan yalnızca iki gün önce umut bir ilaç gibi yaraları temizlerken, ölüm bir bıçak gibi gövdeyi kesmişti bedenden.
Nur içinde yat, mekanın cennet olsun. Seni çok özleyeceğiz ve yerin asla dolmayacak. Seni çok seviyoruz.

"Kalbim kabuk bağlar. İçim artık acımaz. Kanserli kentlerin çığlığından, son trenle ayrıldığımdan..."

Gel gitlerin arasında yeni bir yaşam kuracağız sensiz. Zor olacak, biliyorum. Acımız büyük. İnsana en çok koyan da bu oluyor. Bir yerde, birileri için hayatın kaldığı yerden devam etmesi. Acı yalnızca bir evi yakıyor, varsın yansın. Sen yoksan, acının da bir önemi yok.
Şuan da devamını yazamayacak kadar yorgunum...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Yalancı Şampiyon.

Timsah gözyaşları sahtedir de, şampiyonluğu mu gerçek olacak? Hadi ordan.
O kadar çok sinirliyim ki aslında ne yazacağımı tam olarak bilemiyorum. En iyisi başa dönüş yapalım.
Dün erken sayılamayacak bir saatte hazırlıklara başlasak da, maç saatine kadar her şeyi yetiştirmiştik. Toplu totem vardı, çubuklu formamızı giydik. Ve maç da başladı. Her şey o kadar harikaydı ki.. Tanrım, kaçan gollere bakın! Direkten döndü, Onur bi hamlede çıktı topu aldı, savunmadan döndü, korner, savunmaya çarptı, korner, serbest vuruş derken 14. Dakika'da Guiza'nın attığı golle 1-0 öne geçtik. Fener bu, 1-0'la yetinir mi hiç? Yetinmesine yetinmez de, keşke dün gece top bizi sevseydi. Ama olmadı. Her vuruş direği yalayıp geçti. Sağolsun, Trabzonspor'un kalecisi Onur herkesten ağız dolusu küfür de yedi. Ama ne yalan söyleyeyim, harika bir futbol oynadı. Her neyse, oydu buydu derken 90+3'te şampiyonluğumuzu ilan ettik. TAM BİR FİYASKO !
Sinirden bağırmaya başladı herkes. İnan bana, dün gece ağlamaktan gözlerim şişti. Ama olmayınca olmuyor işte... Neyse dedik, en azından yeni bir şampiyon çıktı falan. İyi oynadık, alamadık. Tebrikler Bursa dedik.
Eve dönmeden önce, Bursa maçını da izleyelim dedik. Aman Tanrım !? O ne ya ?! Sen kim, Beşiktaş'ı yenmek kim abiciiiiiimm ! Eğer gerçekten futboldan anlıyorsanız, bu maçın ne tür sahtekarlıklarla alındığını sizler de görmüşsünüzdür. Benim hatırladığım kadarıyla futbolcular bi 4-5 sene önce kendi kalelerine gol atmayı bırakmışlardı. Ahhh ama ne tesadüfte, Bjk kendi kalesine gol atıyor. Vah yazık.. Ve gole giden adamı durdurmak için hiçbir girişimde bulunmuyor. Sence bu maçı Bursa hakkıyla mı aldı? Bence HAYIR !

Üstelik kendilerini hemen 5. Şampiyon ilan ettiler. Abi nereye 5.sin ya ? Hadi 4 demiyorum ama bu ülkenin 3 şampiyonu var. Fenerbahçe, Gs, Bjk. BU KADAR ! Ve bu 3 takım, Türk futboluna adlarını yazdırana dek, 100 yılı, onlarca kupayı, şampiyonluğu, Uefa, Şamp. Ligini devirdiler. Daha dur be Bursa! Dün bir, bugün iki. Daha yolun çok başındasın. Ve inan bana, bu timsah yürüyüşünle de, daha fazla ilerleyemezsin.

En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Gs. ve Bjk'ye. Henüz zirvenin ortağı bile olamamışlar, kupa finaline kalamamışlar ama Fener'in kupayı ve şampiyonluğu kaybetmesiyle dalga geçiyorlar. Hadi gidin be ! Siz bunları yapmaya LAYIK BİLE OLAMADINIZ ! OK ?
Şimdi siz sevinin, gülün, oynayın, kutlayın, kolbastı yapın, timsahçılık oynayın, aslan kralı izleyin ne bok yaparsanız yapın, seneye sizin (bursa) Şampiyonlar Ligindeki timsah ezmenizi izlerken aynılarını biz yapacağız ! Ve yazıklar olsun ki Türk futboluna, Fenerbahçe'ye düşman kesildiniz. Yıllardır da bu böyleydi. Neyse, varsın öyle olsun. Biz takımımıza yeteriz.
BU AŞK HİÇ BİTMEZ !

Fenerbahçe Yönetimine Öğüt: Abi yeterin artık, şu Volkan'ın işine bi son verin yaa! Daum ne bok diye duruyor bu takımın başında ?! Yeterin eskileri getirip duruyorsunuz başa. Gökhan Ünal da kimmiş. Maçın son dakikalarında VUR GÖKHAN HADİ VUUURRR ! demekten öldüm yaa ! Adam topa vurmayı bilmiyorrrr, uyann Türkiyeee, rezilliğine uyann !!!
Hilelerle, hak etmediğim bir şampiyonluğu almak yerine, HAK EDEREK kaybettik ulan ! VAR MI ÖTESİ ?!

Dipnot: Fener'i çekemeyenler top alsınlar, sektire sektire YOL ALSINLAR !
Bkz: Bursa'da çok top vardır.

Dinle : Rütbeni Bileceksin !!!!!!!!

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Anne = Huzur + Güven .


Hayatının dönümünde genç bir kadın. Güzel de üstelik. Yaşanmışlıklarının ağırlığı var üstünde. Gözleri yorgun bakıyor biraz da. Fakat her şeye rağmen umut besleyen bir kalbi var. Benden önce doğmuş ve neredeyse büyümüş iki çocuk annesi. Benimle birlikte üç olacak. Oldu da aslında. Ben dünyaya gelene kadar neler oldu, neler yaşadılar bensiz, bilmiyorum. Eminim çok şey kaçırmışımdır.

Doğumum, adını henüz bilmediğim, başına sıfatlar ekleyemediğim o kadına ilk anki heyecanı yaratmadığını zannediyorum. Dedim ya, ben üçüncü çocuğuyum onun.

Yanlış hatırlamıyorsam, 1 Temmuz gecesi doğum sancıları başlamış. Yazık, çok acı çekmiş beni dünyayla tanıştırana dek. 2 Temmuz’un içe çekilesi yaz havasında, sabah 6 sularında bir Cumartesi günü doğdum. Doğarken neler hissettim, beni kucağına alan herkes neden gülüyordu, ben neden ağlamıştım ve ne kadar zaman sonra gülmeyi öğrendim hatırlamıyorum. Yalnızca bana anlatılan bebeklik anılarımı biliyorum, şimdilik bu da yetiyor bana. Sanırım ona ilk sıfatımı emeklemeye başladığım zamanlarda eklemiştim. Anne. Bu öyle kutsal, öyle yüce bir tanımdı ki. Yanına ne ekleseniz yakışmayacak gibi geliyordu. Tabi o zamanlar bunun farkında değildim. Oynadığım oyuncaklardı vazgeçilmezim. Ablamlar tarafından paylaşılamamak hoşuma gidiyordu belki de. Her şey akıp giden zaman içinde saklıydı işte.

Annemin de işi zormuş tabi. Dile kolay, üç çocuk büyütmüş. Onca koşuşturmanın ve onca şehir kalabalığının arasında, tanrı, annem olsun diye onu seçmiş. Şimdi en büyük teşekkürü, tanrıya borçluyum sanırım. Dedim ya, annenin önüne hiçbir sıfat eklenemez…

Büyüyerek dolduruyorum zamanı. Ya da yaşlanarak, adına her ne derseniz o olsun. Adım adım sana yaklaşıyorum anne. İlk gerçek sızıyı kucağında hissedişim mi, yoksa acımı dindirmeye çalışman mı daha mutlu ediyordu beni, karar veremedim. Ellerin saçlarımda her dolaştığında, gelenin uyku olduğunu anlıyordum. Masallarım vardı. Kitapları hatırlıyorum, kapakları kalın ve güzeldi. Bir de Ayşegül’lerim vardı, okumaktan en çok zevk aldıklarımdı onlar.

Emeklemek de, hecelemek de aynı zorluktaydı benim için. Ağlamak kolay geliyordu. Bilmiyordum akıttığım her damla yaşın, senin içini acıttığını. Bilseydim ağlardım mıydım, seni üzer miydim, sanırım hayır.

On altı yıl. Koskoca on altı yıldır seninleyim. Nefes aldığımı gerçekten hissetmeye başladığım, ağladığım, güldüğüm, utandığım, sevindiğim, düştüğüm, kalktığım, kanattığım ellerim ve dahası, koskoca on altı yılın hatırası, senin gözlerinde, kalbinde, kucağında dizili annem.

Şimdi yaşadıklarıma bakıyorum da… Sen olmasaydın, birçoğu hatta belki de hepsi yarım kalırdı. Yüzümü doldurmazdı hiçbir gülücük. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmazdı kâbuslardan uyandığımda. Aslında sen olmasaydın, benim de olamayacağım gerçeğinin bilincindeyim.
Her kadın anne olacak diyorlar. Cennet de annelerin ayakları altındaymış üstelik. Onca yük, onca yorgunluk ve toz-duman içinde, sırf ben doğayım diye bunca acıya katlanmayı göze almak, çılgınlık gibi geliyor şimdi.

Henüz on altısında bir kızım. Anne olmaya da, annemin yokluğunda ağlamaya da çok var. Anne olduğunda anlarsın, lafını doğruluyorum şimdi. Bilmediğim şehirlere yolculuk yapmak gibi bu. Onca aptallığıma, saflığıma, gelişi güzel sözlerime, gözyaşlarıma, çığlıklarıma katlandığın için teşekkür ederim.

Saymakla bitmeyecek, bitse de yerine yenilerinin ekleneceği yaşam aralığında, her zaman yanımda olan yalnızca sendin. İyi ki başka bir anne vermemiş tanrı bana. Seni çok seviyorum. Bunları yalnızca bir güne sığdıramadığım geleceğimiz ve geçmişimiz için yazdım. İyi ki varsın üstelik iyi ki benim annemsin.

Anneler günün kutlu olsun, Anneciğim. :))
Dudak payı bırakmadan, köpüklü-köpüksüz içtiğimiz onlarca kahvenin tadının yıllarca damağımda kalacağı düşüncesiyle, kahvelerin kırk yıl hatırı gibi, ömrümün sonsuz güzelliğisin anneciğim.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

FUTBOLDAN ANLAMAYANLAR MAÇ YORUMU YAPMASINLAR !

kupasızlıktan ölmek mesela !

yok yok, ben artık bunun kaderimiz olduğuna inanmaya başladım. tanrım bu ne böyle ya !? aslında sormam hata. kupa maçına mı çıkıyorsun ? bundan, bilmem kaç hafta sonra lig mi bitiyormuş ? neymiş efendim, bu maçı alman mı gerekiyormuş ? pardon, kupa hasretiyle yanıyormuymuşsun ? ULAN ÖYLEYSE OYNASANA BE ADAM ! oooluuuum, şapşalsınız, şapşallığınızı SEVMİYORUM ! hadi giden kupaLARA da yanmıyorum da, bir tek ALEX'e üzülüyorum. ve o yüce taraftara, yani bi nevi kendime. aslına iyiki bu maç ben okuldayken oldu. yoksa yarın okula hangi sesle gelirdim, tahmin etmesi zor değil. fazla uzatmak istemiyorum.
şuanda Fenerbahçe formam var üstümde, elimde Fenerli KUPA bardağım, kahve içiyorum, Fenerbahçe marşı dinliyorum. anladınız ? yani bizim aşkımız daa, sevgimiz de öyle bi maç sonunda kaybedilen kupalar yüzünden bitmez. sinirleniriz, bazen sinir de gereklidir. ağlarız hatta, küfüre de başvururuz, tanrı'nın takım tuttuğuna da. ama bu kadar. takımımızı seviyoruz ve bu böyle de devam edecek. üstelik beni tanıyan herkes, lise muhabbetlerine aldırış etmeyeceğimi iyi bilir. zira hayatlarında hiç maç izlememiş, sağdan soldan duyduklarıyla karşı takımın taraftarlarına laf sokmaya çalışan embesillerle dolu bi ortamda, kimin söylediğini umursayabilirim ki ? her şeyi kabullenirim, yenilgiyi bile. ama takımıma edilen hakaretleri ASLA kabul etmem !

Söz: YENSEN DE, YENİLSEN DE KALBİM HEP SENİNLE FENER !
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...